Bodrum
Mart
Dün bir kadın toplantısındaydım. Hapisteki kadınların sorunlarını konuşmak ve onların yaşadıklarını görünür kılabilmek amacıyla düzenlenmiş bir toplantıydı. Uzun zamandır bu tür toplantılara katılmıyordum. Toplantının konusuna geçmiş deneyimim itibariyle özel bir ilgi duysam da itiraf edeyim; en çok Evin’i görmek, duymak istedim. O konuşurken kızımı dinler gibi izledim. O güzelim ellerinin anlattıklarına eşlik eden narin salınımlarına takılı kaldı gözlerim. Sanırım 2010 yılında, Gultan Kışanak belediye başkanı iken Diyarbakır’da tanışmış, kadınca sohbetlerimiz arasında kızının üniversitedeki yurt sorununu anlatmıştı. Evin’i yurda almamıştı o üniversite, onun kızı olduğu için. Kızımla yakın yaşlarda olmalıydı. Toplantıya giderken, annesiyle tanıştığım günlerde taktığım şalı takmak istedim boynuma. Nesnelere göründüklerinin ötesindeki anlamları biz yüklüyoruz ama bu benim kadın olarak bir var olma biçimim. Annesinin 80 darbesi döneminde Diyarbakır cezaevinde yaşadıklarını -ancak bir kısmını o da basına düşen kısmıyla- çok sonraları öğrendiğini, son kez tutuklandığında Diyarbakır’da olduklarını ve aklında annesinin Diyarbakır cezaevinde yaşadıklarını tekrar yaşayacağını düşünüp, çok üzüldüğünü anlattı. O konuşurken yüzünde, annesinden yüzlerce benzerlik yakaladım, kızımla da…ah Evin Jiyan dün sana sarılıp, koklayamadığıma çok pişmanım. (2 Mart 2020)
Sevgiler….
***
Buraya ilk geldiğim yıllarda deniz kenarında birçok tek ayakkabı, tek terlik ve giysi parçaları görmüştüm. Hemen karşıya, elimi uzatsam tutacakmışım gibi yakına, Kos Adası’na kaçan, kaçamayan göçmenlerden kalanlardı. Bazen de kıyıya vurmuş bir sandal parçası görürdüm. Sonra sahil temizlendi. Suriyeli olduğu söylenen insanlar kasabanın merkezinde görünmez oldu. Sahil güvenlik daha sık dolaşır olmuştu denizde, jandarma da karada. Ne barındırdılar ne de gitmelerine izin verdiler. Ama yok oldular… Bugünlerde fotoğraf karelerinden izliyorum kuzey sınırındaki ayıbı. İnsan olmayı öğrenmeyi becerememiş türün kendi türüne yaptığı vahşeti. Üzerinde kırmızı can yeleği ile kıyıya vurmuş kıvırcık saçlı minik oğlanın yüzündeki korkuyu… Muhtemelen “ anne” diye ağlıyordur. Annesi nerede acaba? Ya da küçük kardeşini sırtına almış mini kızın yorgunluktan daha da küçülmüş bedeni ve yüzünde siyah bir yol haritası gibi akan gözyaşlarına bakıyorum. Küçük bir kızın, saçlarından tuttuğu kolları ve ayakları olmayan bebeğine bakıyorum. Kolların ve bacakları olmaması normal geliyor olmalı ona. Ne de olsa kolları, bacakları kopmuş çocukların ülkesinden geliyor diye düşünüyorum. (6 Mart 2020)
Sevgiler….
***
“Pazar yazıları” olmasına karar verdim. Uzun yıllar Pazar günleri çalıştığım için, emekli olduktan sonra Pazar günleri zorunlu hiçbir şey yapmamaya çalışıyorum dört yıldır. Bu haftam, herkes gibi virütik bir hafta oldu. Ellerini 20 saniye boyunca yıka, yemekten sonra en az 40 adım at, 8 saat mutlaka uyu, insanlarla arana en az 1 metre koy, vs… sayılar zaman bükücü gibi…saçma geliyor ama algım medya saldırısı altında. Yapmazsam olmaz sanki…bazı kitaplarda okuduğum veba, İspanyol gribi, kolera gibi salgınlarda insanlığın ölüme çaresizce teslim oluşlarından çok etkilenirdim. Nasıl da benzer yaşanıyor aslında bugün. Ne savaşlar bitiyor ne salgınlar… birçok insan yaşadığı dönemi talihsiz olarak değerlendirmiş. Ben de bugün için öyle düşünüyorum. Ölüme çaresizce teslim olan insanların dönemi hiç bitmemiş. Birden kızım düşüyor aklıma, onun İstanbul’da olması beni çok tedirgin ediyor. Deprem diyorum, corana virüsü diyorum; sanki yanımda olsa korurum gibi geliyor, buna inanmak istiyorum, sonra hızla aklımdan uzaklaştırıyorum bu düşünceleri… (15 Mart 2020)
Sevgiler….
***
Virüs salgını yetmez gibi üç gün arayla iki deprem de yaşadık. Komşularla uzaktan el sallıyoruz birbirimize, merkeze inmemeye çalışıyorum. Ev sürekli temizleniyor, buhar makinesiyle dezenfekte ediliyor. Zeze çok şaşkın, dışarı daha az çıkıyor olmaktan mutsuz bir de dışarı çıkıp içeri girmeye çalıştığında ağzı burnu, ayakları, pipisi ve uzun kuyruğunun temizlenmesine sessizce teslim oluyor. Şimdilik evde olmaktan dolayı mutsuz değilim. Kızım da evden çalışmaya başlayınca endişemin büyük bir kısmı gitti sanırım. Sınır kapısında bekleyenler, hapistekiler, günlük çalışıp para kazanmak zorunda olanlar, işsiz kalanlar diyorum; onlar için sadece üzülmeyi becerebiliyorum. Bu dönemin en sıkıcı yanı; cep telefonuma sürekli gelen mesaj ve videoların saldırısı. Görmemezliğe de gelemiyor insan, kabalıkmış gibi geliyor. Ayıp olmasın diye bazen ağlayan bazen gülümseyen emojiler gönderiyorum cevaben. Cevap verince de gönderiden memnunmuşum gibi algılanıyor ve seri gönderim devam ediyor. Bu arada sosyal medya sayesinde toplumsal bir aydınlanma da yaşıyoruz. Büyük bir çoğunluk bakteri ve virüs arasındaki farkı öğrenmiş olmalı. Medyada yazılanları okuyorum, meğer herkesin bir kıyamet teorisi varmış, tanrıya inanan da yazıyor, inanmayan da…meselenin ekonomi politik değerlendirmeleri de var elbette. Artık şu durum saptayıp, çözüm üretemeyen düşüncelerden de sıkıldım sanırım. Toptan olmaz, küçük küçük , yerel yerel yapalım diyerek büyük laflar söyleyip hiçbir şey yapmayan politikalardan da sıkıldım. “Başka bir dünya mümkün” de olmayacak gibi görünüyor, bugünlerden bakınca…. Herkes gibi en çok doktorları seviyorum bir de sabunu😊(22 Mart 2020)
Sevgiler….
***
İçimde zonklayan bir tedirginlik var. Panik değilim çünkü kontrol edebiliyorum. Çok sinsi bir duygu, olur olmaz yerde ortaya çıkıyor. Tedirginlik ile titizlik akraba sözcüklermiş. Kontrol altına alabilmenin en başarılı yolu domestik işler ama yorucu olmaya başladı. Üstelik yapmak istediğim bir sürü şeyi vazgeçme noktasına doğru ertelettiriyor. Yaklaşık 15 gündür, yıllar önce yayınlanmış ama izlemediğim bir yerli dizi izliyoruz; “Elveda Rumeli”. Sevimli ama bir yandan da sağlam Türkçülük politikasını yapan bir dizi. Neredeyse İttihatçılara sempati duyacağım. Aynı duygu “Homeland” dizinde de olmuştu. Sevimli CIA ajanlarıyla empati😊bu arada, yeni bir teknolojik elektrik süpürgemiz oldu. Adını diziden esinlenerek “Naaamıkk” koyduk. Kendimizi eyliyor ve eğlendiriyoruz. Haftada üç gün video konferans sistemiyle yoga yapıyorum, iyi geliyor.
Elimde Oya Baydar’ın “Köpekli Çocuklar Gecesi” var. Tam zamanıymış gibi onu okuyorum! Distopya gerçek oluyor sanki…(29 Mart 2020)
Sevgiler….