top of page

Çiğdem Anad: Bizim hikayemizden sevgiler, selamlar, Bizim Hikayemizde kadınların hikayesini konuşacağız. Kadınlar erkeklerden farksız  hayatın her alanında mücadele ederken, bir yanıyla da erkek şiddetiyle, taciziyle, zihniyetiyle mücadele ediyorlar. Bu hayatı ortak, omuz omuza, dayanışma içerisinde, eşit koşullarda nasıl yaşayacağız? Türkiye’de toplumsal yapı değişirken bu değişimlerden kadınlar nasıl etkileniyor, konuşacağız. Bugünkü konuğumuz Canan Kaftancıoğlu. Canan Kaftancıoğlu, CHP muhalefet partisinin İstanbul İl Başkanı, bu zorlu bir görev, hem kadınların hem erkeklerin desteğini alarak il başkanı seçildi. Öncelikle bu desteğin sağlanması da zor, kadının siyasi mekanizmalarda aldığı yer sınırlı Türkiye’de, bunu başarabilmiş bir kadın, mutlaka zorlukları var. Siz sert bir siyasi iklimle mücadele verirken bir yandan da sanırım erkek zihniyetiyle de mücadeleniz sürüyordur. Nasıl bir mücadele bu?

 

Canan Kaftancıoğlu: Kuşkusuz. Kadının hikayesini bir kadınla konuşmak benim için hakikaten çok kıymetli, teşekkür ederim öncelikle. Kadınların geleceğe dair bırakacakları mutluluk verici hikayeleri yerine şu dönem ne kadar acı hikayelerini ve gerçekliklerini konuşuyor olsak da. Çiğdem Hanım, kadın olmak çok kolay değil, siyasette kadın olarak var olmak ve mücadele etmek çok kolay değil ama Türkiye’de kadın olmak aslında kolay değil siyasete gelmeden önce. Erkek egemen bakışın hakim olduğu her yerde kadın mücadelesi, biz kadınların verdiği mücadele süreci açıkçası daha da zor ve yorucu hale getiriyor. Ben de ifade ettiğiniz gibi siyasetin içinde bir kadın olarak, erkek egemen bakışa karşı, kadın kimliğimi muhafaza ederek, mücadele etmeye devam ediyorum. Hiç kolay olduğunu söyleyemeyeceğim ama zor olması bunun verilmeyeceği anlamına gelmiyor. Zorluğuna rağmen siyasette de bu erkek egemen bakışa karşı mücadelemi devam ettiriyorum. Bunun bütün kadın mücadelelerini değerlendirdiğimizde de kıymetli bir durum olduğunu düşünüyorum, kadın mücadelesini bir yere taşıma anlamında. Zor bir mücadele ama aşılamayacak, üstesinden gelinemeyecek bir mücadele olmadığını da düşünüyorum. 

 

Ç.A: İstanbul Türkiye’nin en büyük şehri, her kesimden, her bölgeden gelen, her inançtan, her mezhepten, her sosyal kesimden, ekonomik kesimden gelen kadınlar İstanbul’da buluşuyorlar, birleşiyorlar. İstanbul’un özel zorlukları var, özellikle kadınlar için de zorlukları var. Bu zorlukları siz nasıl sıralarsınız?

 

C.K: Hakikaten İstanbul’un çok zorlukları var. Bir çok coğrafyanın kadınlarının varolmasının da yaşattığı zorluklar var. Bir kere İstanbul özelinde şunu söyleyebilirim; kadınlar özgürleşme mücadeleleri verirken özellikle Türkiye’de, bir adım daha geri giderek yaşam mücadelesi vermeye başladılar. Yani öncelikle yaşam haklarını koruma mücadelelerini daha yoğun bir biçimde vermek durumunda kaldılar. Daha önceden kazanılmış ama son yıllarda kaybettikleri haklarını yeniden kazanmak için bir mücadele vermek zorunda kaldılar. Ve yine bu mücadeleleri verirken yaşamın her alanında, siyasette, iş dünyasında, sokakta, evde, her türlü var olabilme mücadelesi vermeye başladılar çünkü zorluklar buralardan başlıyor, yani erkek egemen bakışın hakim olduğu iklimlerde ve ne yazık ki erkek egemen bakışla yönetilen ülkelerde ki bizim ülkemizde şu an acıdır ki böyle, kadınların her yerde çok büyük zorlukları var. Sıralamak gerekirse; kadınların yaşam haklarını koruma mücadelesi, şiddete karşı verdikleri mücadele, özgürleşme mücadeleleri, istihdamda var olma mücadeleleri gibi, ardı ardına sıralayabileceğimiz ve ekonomik sıkıntıları elbette. Çünkü her türlü sıkıntı sorunlar ilk önce kadınları etkileyenler oluyor. Mücadeleleri ve sorunları kadınların yoğun bir şekilde var. Şunu da ifade etmek lazım; kadınların bu sorunları, kadınların kimliğine göre, kadınların eğitimine göre veya herhangi bir ayrıştırabileceğimiz özelliklerine göre maruz kaldığı bir sorun değil. Eğer kadınsanız nereli olduğunuz, eğitimli olmanız, nasıl giyindiğiniz, bunlara çok bağlı olmaksızın bu sorunlardan nasibinizi alıyorsunuz açıkçası. 

 

Ç.A: Siz böyle bir ayrım yapamıyorsunuz, yani kadın doğulu olmuş, batılı olmuş, eğitimli olmuş, eğitimsiz olmuş, kürt olmuş, türk olmuş, muhafazakar olmuş, demokrat olmuş, bir ayrım yok diyorsunuz kadının karşılaştığı zorluklarda?

 

C.K: En azından elimde bilimsel veriler yok diyebilirim bu anlamda. Şunu belirtmek lazım; belirli kategorilerde, sorunlarda, farklılıklar olabilir ama en azından kadına şiddet konusunda görüyoruz ki kadının nereli olduğu ile ya da eğitim durumu ile anlamlı bir bağlantı kurulamıyor. Ya da işsizlik ile ilgili durumlarda. Kadının eğitimi onu biraz daha avantajlı duruma getirebiliyor ama ciddi anlamda bir fark yok. Bu sıkıntıların tamamını bütün kadınlar yaşıyor diyebiliriz.

 

Ç.A. : Türkiye 3 parçaya bölündü: demokrat kesim, muhafazakar kesim ve Kürt kesim diye net üç bloklu bir yapı var Türkiye’de. Kadınlarda da aynı bölünmüşlüğü görüyor musunuz?

 

C.K. : Görmüyorum açıkçası. Söylediğiniz bölünme Türkiye’de çok net hissediliyor. Bana sorarsanız kadınlardan korkulmasının sebebini birazcık da bu olarak görüyorum. Her türlü ayrıştırmaya dönük, politikalara ve çalışmalara rağmen, kadınları bu derece net ayrıştıramıyorlar. Geleceği güvensiz ve belirsiz olan tüm kadınlar ortak sorunlarda, ortak duyguda ve paydada bir araya gelebilmeyi daha iyi ve daha doğru bir şekilde başarıyorlar. O nedenle kadınlarda böyle bir ayrışmayı çok net tarifleyemeyiz. 

 

Ç.A. : Parlamentoda bu ayrışma görülüyor, parlamentoda farklı partilerin kadın milletvekilleri yanyana gelemiyor. Kendi hakları için bile bir araya gelemiyor. Milletvekilleriyle de konuştuğumuz zaman aynı şeyi söylüyorlar, belki istiyorlar, belki iktidar partisindeki kadın milletvekillerinin, muhalefet partisindeki kadın milletvekilleriyle ortak çıkarları var ama sanıyorum parti yönetimleri buna engel. Bu birlikteliği ne zorlaştırıyor sizce?

 

C.K : Parti yönetimlerinin buna engel olması evet bir sebep ama bana sorarsanız, biz kadınların bulundukları alanda mücadele verirken mücadelemize kadın bakış açısıyla, birlikte sorunları bütün kadınlarla ortaklaşarak verebilmemiz gibi bir sorumluluğumuz var ama ne yazık ki kimi kadın siyasetçiler ve ya kadın arkadaşlarımız diyelim, mücadelelerini verirken kadın bakış açısıyla yada onun gereklilikleriyle değil de ne yazık ki, erkek egemen bakışın ve siyasetin dayattığı şekilde yine erkek egemen bakışın yönlendirmeleriyle hareket eden bir tavır ve tutum içindeler ve buna da kendilerini zorunlu hissediyorlar. O alandaki kadınların da açıkçası özgürleşmesi lazım. Erkek egemen bakışın bütün topluma dayattığı siyaseti yayma ve uygulama aracı gibi gören kimi kadın siyasetçiler de var, bence sorun buradan kaynaklanıyor. Konu kadın olunca, kadının mücadelesi ve sorunları olunca, bunu erkek egemen bakışın dayattığı şekilde değil de, hakikaten olması gereken şekilde tavır ve tutum takınabilmelerini de içinde bulundukları sistem engelliyor. Bu alanda kadınların özgür olmamasından kaynaklanıyor bu da, nerede olursa olsun. 

 

Ç.A. : Toplumsal cinsiyet eşitliği derken, ya ne söylenmek istendiği anlaşılmıyor, ya bilerek isteyerek yanlış anlaşılıyor. Kadınlarla erkekler eşit olamaz çünkü fıratları farklı denilirken biyolojik farklılıktan söz ediliyor. Biyolojik farklılığı kastetmiyoruz biz toplumsal cinsiyet eşitliği derken. Tabii ki biyolojik olarak kadın ve erkek farklı. Kimse bunu tartışmıyor. Fakat toplumsal cinsiyet eşitliği demek eşit koşullara sahip olabilmek demek. Bu neden anlatılamıyor  ya da anlatılıyor da anlaşılmak mı istenmiyor? 

 

C.K : Neden anlatılamıyor? Çünkü söylenilen şeye inanılması lazım anlatılabilmesi için. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini aslında çok güzel ifade ettiniz, kadın erkek farklı ama kadın erkek eşit. Her anlamda eşit. Fırsatta da eşit, yaşamın her alanında da eşit, bunun anlatılması hiç zor değil, ama önce buna bu sistemi anlatma sorumluluğu olan kişilerin, erkeklerin ve erkek egemen bakışın anlaması ve kendilerinin içselleştirmesi lazım. Eğer siz iç dünyanızda ve zihninizde kadın ve erkek eşit değil diye düşünüyorsanız, eğer siz varlığınızı ya da iktidarınızı, kişinin hiç önemi yok, erkek egemen bakışın iktidarını, kadınların özgürleşmesi ile değil, kadınların hem şekilsel hem düşünsel olarak yaşamın her alanından koparılıp eve kapatılması olarak düşünüyorsanız iktidarınızın varlığı olarak, bunu anlatamazsınız, anlatmak da istemezsiniz, işinize gelmez. Çünkü onların bakışına göre kadın yeri geldiğinde kelebektir, çiçektir, böcektir, kadın yeri geldiğinde, 3 çocuk ya da daha fazlasını yapması gereken bir araçtır, kimi zaman kadın, eğer iş ararsa, işsizliğin ana kaynaklarından biridir. Ya da işte sokakta gezen hamile kadın, kendi bakışlarına göre, farklı farklı tanımlamaları hakeden bir varlıktır gibi bakışlar vardır. Bu bakışın toplumsal cinsiyet eşitliğini anlatması mümkün değil, çünkü inanmıyor, inanmadığınız bir şeyi de anlatamazsınız doğal olarak. 

 

Ç.A : Diyanet işleri başkanlığı da bu anlayışta değil. Bu anlayışta olmaması önemli çünkü Diyanet İşleri Bakanlığı’nın Türkiye’de fonksiyonu çok fazla. Kadına karşı şiddette de binlerce kuruluşu var, kadınlara destek vermek için, yardım etmek için. Ama bu anlayışta olmaması bir yanıyla çelişkili. Aynı şekilde İstanbul sözleşmesine de Türkiye’de kadınlar için, farklı cinsiyetler için büyük bir kazanım olan İstanbul Sözleşmesi’ne de karşı çıkıyor Diyanet İşleri Başkanlığı. Karşı çıkmakla kalmıyor, partilere de mektup yazıyor, bu anlaşmanın bir şekilde iptal edilmesini istiyor, Türk aile yapısına uygun olmadığını belirtiyor. Fakat gördüğümüz, anladığımız, okuduğumuz kadarıyla, bunu talep ederken bir yandan da tarikatların, cemaatlerin baskısıyla karşı karşıya. Bu baskı, tarikatların, cemaatlerin, Türkiye’de bir anlaşmanın uygulanıp uygulanmayacağına karar verici olmak istemesi, bunun için Diyanet İşleri başkanlığını devreye sokabilmesi, bu kadar büyük güç müdür ve Diyanet işleri başkanlığı’nın da bu şekilde harekete geçmesi ve üzerine Cumhurbaşkanı’nın ben bu sözleşmeyi gözden geçireceğim demesi? Bu kadar etkili güç müdür tarikatlar, cemaatler, bu kadar etkin midir?

 

C.K. : Ne kadar etkin olduklarını son bir kaç yılda gördük sanıyorum, deneyimledik ve acı acı deneyimledik. Eğer siz devleti ve devletin kurumlarını, vatandaşı, halkı, devletin her kurumunu liyakat ile yönetmez ve bu şekilde iktidarınızı sürdürmezseniz eğer, isminin ne olduğunun hiç önemi yok, bugün x yarın y tarikatı ya da örgütü her neyse, gelir sizin yönetiminizde etkili olurlar. Üzülerek söylüyorum, ne yazıkki evet, bu derece etkili olunduğu bir süreç yaşıyoruz Türkiye’de. Ne yazık ki aklın, bilimin, liyakatin, şeffaflığın tamamen bir kenarda bırakılarak, tam da ifade ettiğiniz gibi bakışlarla, anlayışlarla, yönetilmeye ve toplumun da ne yazık ki acıdır ki dönüştürülmeye çalışıldığı karanlık günlerden geçiyoruz. İstanbul Sözleşmesine Diyanet işleri başkanlığı sıcak bakmadı ve Cumhurbaşkanı da gözden geçireceğim dedi, dediniz, doğru. İstanbul Sözleşmesi bize neyi anlatıyor? Neyi yapmamızı istiyor? Bir kere, sen kadına yönelik şiddette önleyici tedbir almak zorundasın. Yani kadına yönelik şiddetin eğitim de dahil olmak üzere önüne geçecek, önleyici tedbirleri al. İkincisi böyle bir toplum yaratmaya çalış. Buna rağmen, herhangi bir tehdit söz konusu ise, ifade ettiğimiz 6284 sayılı yasa ile kadınları aktif koru. Yani kanunu uygula diyor. Aslında yasalarımız var şu anda, ne yazık ki uygulanmayan yasalarımız var, ve sonrasında diyor ki, sen toplumu eğitmeye çalıştın şiddeti önlemek için, kadını korumak için yasaları uyguladın, sonrasında aktif kadını korumaya çalıştın, buna rağmen kadına yönelik her hangi bir şiddet olduğunda, o şiddeti uygulayan kişiyi etkin cezalandır ki, bu şiddetin önüne geç. İstanbul Sözleşmesi daha ileri bir şey söylüyor; Bu da çok kıymetli ve sözleşme artık talepkar hale gelerek diyor ki bunları yapmakla da yetmez, bir toplumda toplumu bilinçlendirmek, kadına şiddeti önleyici önlemleri almak, şiddet uygulayanları cezalandırmak da yetmez. Sen geleceğe dönük kadınları nasıl güçlendireceksin? Ona göre çalışmalar da yap, onu da güçlendiriyor diyor. Aslında İstanbul sözleşmesini kısacık bir şekilde biz ifade ederken baktığımızda bu sözleşme sadece toplumda yaşayan kadınları değil, O toplumdaki çocukları, gençleri, erkekleri daha doğrusu, sağlıklı bir toplumun bütün unsurlarıyla sağlıklı bir toplumun oluşabilmesi için olabilecek her şeyi tarif ediyor. Böylesi bir sözleşmeye sıcak bakmamak Çiğdem Hanım aslında nedir biliyor musun? Tam da bunlar uygulandığı zaman, işte uzun zamandır ne yazık ki mağduru olduğumuz o totaliter bir bakış açısı ya da tek adam iktidarının sonunu getirecek şeyler bunlar. Toplumu sağlıklı bir hale getirecek, kadınları bulundukları yerlerde güçlendirecek, ama bir adım daha ötesi, evet böyle bir toplumda ne yazık ki tek adamın iki dudağının arasından çıkan cümleler bir kanun, emir olarak algılanmayacak, işte o nedenle Diyanet İşleri Başkanlığı da Cumhurbaşkanı da veya erkek egemen bakışın hakim olduğu iktidarlar da bunlara elbette karşı çıkarlar. Karşı çıkılmasının asıl sebebi de biraz önce söylediğim hususlardır diye düşünüyorum. Kadını güçlü bir toplumda, hak bilinci olan, hakkını arayan ve kadınlar kuşaktan kuşağa aktarandır aynı zamanda, hak bilinci olan kadın çocuğuna da hak bilincini öğretecek, o hak bilinci olan kadın gelecek kuşağa da bunu aktaracak, e böylesi bir toplum olduğunda Türkiye böyle mi yönetilir? Elbette hayır.Bu sorunlar hep buradan kaynaklanıyor. 

 

Ç.A. : Şimdi bu sözleşmeye karşı çıkan Diyanet İşleri Başkanlığı Türk aile yapısına uygun değil diyor. Türk aile yapısı uygun olmama şekli nedir? Türkiye aile yapısını nasıl tanımlıyorlar? Nasıl aykırı oluyor bu sözleşme?

 

C.K. : Kendisi ile çeliştiğini biz görüyoruz ama kendileri hiç kabul etmeyeceklerdir. Bir kere şunu kabul etmek lazım. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Türk aile yapısı aslında Cumhuriyet değerleri ile her geçen gün kültürel ve toplumsal olarak gelişkin, aile içi şiddetin aslında olmadığı ve her geçen gün azaldığı, eğitimin ailenin her birimine, kadına erkeğe çocuklara ulaştığı ve modern bir aile yapısı olduğu bir ülkeden, aile yapısına uygun değil dediklerini ben size söyleyeyim. Laiklikle, demokrasiyle, hukukun üstünlüğü ile yönetilen bir ülkedeki hepimizin yetiştiği o cumhuriyetin bizlere verdiği aile yapısı değil onların kastettiği. İşte ne diyelim siyasal İslam'ın onlara dayattığı ya da o şerri bakış açılarıyla görmek istedikleri aile yapılarını kastediyorlar zannediyorum. Onların herhalde söyledikleri aile yapıları işte kocasının eşine istediği zaman  şiddet uygulayabileceği, eşinin istediği kadar yaşayacağı ya da özgürleşeceği, işte erkek egemen, yani evdeki erkek egemen bakışı temsil eden kişinin kurallarına göre evin kurallarının belirleneceği bir aile yapısını kast ediyorlar ama kusura bakmasınlar, onların kastettiği aile yapısı bizlerin yüzyıllardır sürdürüp geldiği aile yapılarımız değil, kendileri de bunu biliyorlar bence .

 

Ç.A. : Şimdi siz aslında söylediniz ama belki daha detaylandırırsınız. Son 18 yılda Türkiye'nin siyasi yapısı değişti. Bu değişimden kadınlar da etkilendi, farklı şekillerde etkilendi. Belki de en çok kadınlar etkilendi, siz bir kıyaslama yapabilirsiniz; 18 yıl önceki iktidar dönemindeki kadınların konumuyla, bu süreçteki iktidar dönemindeki kadınların konumu arasındaki değişimi, farklılaşmayı anlatabilirsiniz.

 

C.K. : Bir kere çok net bir değişiklik var. Hem rakamlara yansıyan hem de bizlerin öznel deneyimleri ile ifade edebilecekleri, şöyle söyleyeyim. 18 yılda örneğin şiddet gören kadınların sayısı katlanarak arttı bu elimizde rakamsal verilerle var. Bu arada şu denebilir işte teknolojik imkanlar arttı işte bunun basınla ya da kamuoyu ile paylaşılması arttı, o nedenledir diye ama çok öyle değil. Çünkü rakamlar hakikaten o kadar çok katlanarak artmış ki sadece bu açıklaması olamaz. İkincisi yine son 18 yılda kadına yönelik şiddetle birlikte kadınların yaşam hakkının ihlal edilmesi de yine çok fazla arttı. Neredeyse Türkiye'de her güne bir kadın cinayeti düşüyor. Bakın ben bunu söylerken bile çok üzülerek ve içim acıyarak söylüyorum; şimdi 2019 yılında düşünsenize en az 474 kadın öldürüldü yani her güne bir kadından daha fazla, 2020 yılında azalmasının ummakla birlikte sürecin böyle olmayacağını görüyoruz. Bu neden oldu biliyor musunuz Çiğdem Hanım yani kadının yaşamındaki bir çok şey değişti, ve son 18 yılda emin olun kadınlar çok çok daha fazla mağdur oldu çünkü savaşlarda en çok kadınları etkiler, çatışmalar da en çok kadınları etkiler, ekonomik sıkıntılar da en çok kadınları etkiler ve 18 yılda kadınların bu derece mağdur olmasının sebebi işte ülkeyi yöneten anlayışın, tüm topluma sirayet etmesinden kaynaklanıyor. Eğer siz, kadına yönelik bir kadın cinayetini ''öfkeli koca''nın o anlık tepkisi gibi okursanız, yani iktidar ve hukuksal bakış açısı ile söylüyorum. Eğer siz kadına dönük şiddeti ya o kadın da canım hak etmişti o da böyle bütüncül bir bakış açısıyla okursanız ve bu olaylara yaklaşırken kadına dönük şiddeti de cinayeti de asla ve asla kabul edilmez yerine bunun ama o da öyleydi, bu da böyleydi gibi argümanlarla yasaların uygulanması önüne geçerseniz kadınlar bundan sonra da mağdur ve mahkum edilecektir. Ve burada şunu söylemek isterim: bu 18 yıl boyunca Türkiye'de mağdur olan kadınların en mağdur olan kesim hangisidir? Diye sorarsanız; Bu benim kişisel kanaatimdir, katılır mısınız bilmiyorum. AKP iktidarının içinde siyaset yapan erkeklerin eşleri ve AKP ye oy vermiş kadınlardır. Çünkü oradaki kadınlar diyeyim. Bir de bizlerin yaşadığı diğer sıkıntıların yanında zihinsel olarak ve düşünsel olarak kadınlar dönüştürülerek tırnak içinde kullanılan unsurlar olarak öne sürüldüler diyeyim, ben o anlamıyla o kadınlara çok üzülüyorum ve o kadınlarla da açıkçası zaman zaman iletişime geçtiğimde de aynı duyguyu onların yaşadığını da hissediyorum. Yani erkek egemen bakışın tırnak içinde kullanıldığı, düşünsel olarak kullanıldığı başka başka şekillerde kullanıldığı kadınlar olarak oldukça mağdur olmuş durumdalar. Toplumda büyük oranda mağduriyetleri yaşamın her alanında yaşayan kadınlar oluyor, eğitimli kadınlar, üniversitelerde kadınlar, örneğin khk ile atılan akademisyenlerin içindeki kadınlar, yani daha büyük, ne diyelim toplumsal olarak refüse (red) edilerek, daha çok kadın kimlikleri nedeniyle daha bir, gümbür gümbür denir ya,  böyle bir gözlerine sokularak kadına dönük şiddet her şekliyle daha fazla ve daha yoğun bir şekilde hissedilerek,  mağdur ediliyor kadınlar. 

 

Ç.A : Aslında tabii ki buna bir örnek de siyasette kadınların kullanılması; başörtülü, başörtüsüz ayrımı yapılarak, yıllarca bunun bir sömürü aracı haline getirilerek, bir diğer yanıyla da tabii ki bu kadınları ayrıştıran, bunun üzerinden siyaset yaparak aynı zamanda başörtülü ve başörtüsüz olarak kadınları ayrıştırmak. Bu politika hala etkisini sürdürüyor mu?

 

C.K. : Artık sürdürmüyor bence ama uzunca bir süre etkisini sürdürdü ve ne yazık ki kadınları ayrıştırmayı da başardı. Ve kadınlar belki de hepimiz bu erkek egemen bakışın oyununa geldik, toplumun büyük bir çoğunluğu geldi açıkçası. Burada ben hep şunu ifade ediyorum; bir kadının ne giyineceğine, nasıl giyineceğine, başörtüsünü ne renkte takacağını ve ne şekilde takacağına da, eğer takmak istiyorsa karar vermesi gereken yine kadının kendisi. Ne benim, ne sizsiniz, ne de herhangi bir erkek ve erkek egemen bakış, dikkat edersiniz erkek demiyorum ısrarla erkek egemen bakış diye altını çiziyorum. Uzunca bir süre o erkek egemen bakış kadınların bu başörtüleri üzerinden toplumu da siyaseti de ve kadınları da ayrıştırdılar ama size artık şunu söyleyebilirim, kadınlar artık bu konuda çok daha farkındalığı yüksekler. Sadece bir iktidar partisinde aktif siyaset yapan kimi kadınlar bu gerçekliği görmekle birlikte bence bunu ifade etmekte zorlanıyorlar ama Türkiye'de bu sorun olmaktan çıktı diye düşünüyorum.

 

Ç.A. : Siz İstanbul'da farklı kesimden, farklı siyasi çevrelerden kadınlara ulaşabiliyor musunuz CHP dışında? 

 

C.K. : Kesinlikle, açıkçası benim mesaimin büyük oranda, büyük çoğunluğu o kesimlere ulaşmakla geçiyor ve özel olarak bu konuda da çalıştığımı söyleyebilirim. Bu sadece farklı kesimlerde, Cumhuriyet Halk Partili olmayan kadınlar değil, bugüne kadar Cumhuriyet Halk Partisi'ne oy vermiş, vermemiş, ama parti ile çok bağı olmayan toplumun her kesimine ulaşmak için özel bir çaba sarf ediyorum. 

 

Ç.A. : Özellikle farklı kesimlerden gelen farklı inançlar veya siyasetten gelen kadınların örtülü veya örtüsüz kadınların bir araya geldiğini aslında eylemlerde de görüyoruz. 8 Mart eyleminde de bunu bir kere daha gördük. Açılan pankartlarda da görüyoruz. "Camilerde bizim, sokaklarda bizim, geceler de bizim" pankartını açan mesela örtülü bir kadın. Bu beraberliğimizi orada da görüyoruz. Siz biraz da bu resme, bu tabloya bu tabii ki sahadaki çalışmalarınıza bakarak mı söylüyorsunuz kadınlar daha yan yana gelmeye, bilinçlenmeye, her kesimden kadınlar dayanışma içerisine girmeye başladı ve bir korku yaratmaya başladı derken gerçekten bir iktidara karşı bir korku mu vermeye başladılar? 

 

C.K. : Şöyle saha deneyimleri ve dediğiniz gibi çalışmalarda gözlemlediklerimle birlikte bunu söylüyorum elbette. İktidara karşı kadınların biraradalığının korku yarattığını görüyorum ama şöyle bir durum da var: Bu sadece bu döneme mahsus değil, hani tarih boyunca, yüzyıllar boyunca kadın örgütlenmeleri ya da kadının örgütlü mücadelesi, kadınların örgütlü mücadelesi hep tek adam anlayışlarının karşısındaki en büyük güç olarak karşılarına çıkmışlardır. Tek adam anlayışlarında büyük oranda kadınların uzun yıllardır sürdürdükleri örgütlü mücadeleler üstesinden gelmiştir. Bu günümüz koşullarında da ben İstanbul'da bunu çok net olarak sokakta, sahada gördüğümü ifade edebilirim. Türkiye'de şöyle bir durum var: yukarıda diyeyim yani bunu statü belirlemek için değil de kolay anlatmak için yukarıda ifadesini kullanıyorum. Yukarıda ayrışan, birbiriyle kutuplaşan, işte kadınıyla erkeğiyle bir siyasi yaklaşım ya da siyasi yapı var dışarıdan görünen, bir de toplumun her kesiminde yani mahalleye kadar yansımış, sokağa kadar, hatta apartmanda evlerin içine kadar yansımış, özellikle kadınlarda daha net gördüğüm, kim olduğundan bağımsız, ne olduğundan bağımsız, nasıl düşündüğünden, nereli olduğundan, inancının ne olduğunundan bağımsız, şu cümleyi kuran insanlar var; o kadar yoğun ki bu duygu, yani ben, ne olursak olalım hepimiz işsiziz, ne olursak olalım hepimiz aç kalıyoruz, ne olursak olalım hepimiz her neyse o mağduriyet buradan mağdur oluyoruz, o zaman bizim farklılıklarımızla değil ortak sorunlarımız üzerinden mücadele ettiğimizde bir sonuç alabiliriz duygusuna gelmiş bir toplumsal kesim var ve bu kesimde de büyük oranda kadınların kollektif farkındalığı çok yüksek. İnanın benim burada bu deneyimlerimi ya da bu buluşmalardaki sohbetlerimizdeki kadınların, herkesin kendi sade yalın, ve ufacık bir cümlesiyle o kadar net farkındalar ki, farkında olma halleri kadınları hakikaten bir araya getiyor. Geçen gün çok yakın olduğu için şöyle bir örnek vermek isterim. Ben gündelik ev işinde çalışan kadınlarla buluşmuştum birkaç hafta önce, orada bir kadın arkadaşımız orada bir sendika kurup başkanlığını yapan kadın arkadaşımız, şu cümleyi kurması benim için çok çarpıcıydı; hiç bu anlamda bir eğitimi olmayan bir çalışma yapmayan, yaşamın içinden kendi deneyimleriyle bu cümleleri kuran bir kadından söz ediyorum: ne olursak olalım işte bu erkekler hepimizi sömürüyor bu erkeklerin sömürüsüne karşı durmanın yolu biraraya gelmek. Bunun için de işte mültecisi de ben de nerede olursa olsun, bütün kadınlar açık kapalı bir araya gelmedikçe dertlerden kurtulamayacağınız diyen emin olun Istanbul'da milyonlarca kadın var.  Beni mutlu eden ve geleceğe dair umudumu arttıran da bu işte. 

 

Ç.A : Ayten Hanım söyledi galiba size, sendika başkanı 8 Mart'ta buluşmuştunuz. Haberinizi okumuştum. Peki bir yandan dayanışma var, bir yandan şiddete karşı alınan önlemler var. İçişleri Bakanlığının aslında çok kayda değer önlemler aldığını görüyoruz. Hatta kağıt üstünde baktığımız zaman e daha ne yapılsın ki diyoruz. 

 

C.K. : Anlayışlarını değiştirsinler. Yapacak çok şey var.

 

Ç.A. : Uygulamada büyük sorun oluyor. Bir çok örnek var. 28 kere koruma istedim. Kocamdan şiddet görüyorum ama alamadım diyen ve bunun gibi bir çok örnek var. Uygulama nerede aksıyor? Neden aksıyor?Anlayış değiştirilsin fakat anlayışın değiştirilmesini beklersek de daha çok bekleriz. Yapılabilecek bir şey yok mu? 

 

C.K. : Aslında yapılacak şey çok basit Çiğdem Hanım, yapılacak şey var ve o kadar basit ki ben size söyleyeyim; bir kere kadına dönük şiddeti ve kadınların sorununu çözmek için birincisi bu sorunları çözmeye niyetli bir iktidar ve bir anlayış. Niyetiniz, hakikaten kadını, siz yaşamın her alanına katmak için inançlı bir mücadele ediyorsanız, yapıyorsanız ve bu anlayışınız varsa eğer, yasalar aslında hiç de kötü değil bakıldığında, birçok ülkelerden kadını korumaya dönük yasalar var. Bu yasaları uygulama konusunda kararlıysanız, ama bu da yetmiyor. Bir de zaman içinde toplumsal bir takım dönüşümlerinde süreci ve kültürel bir takım değişimlerin de sürece dahil olması lazım. Bunu yapmak için de işin içine ne giriyor; sürekli söylediğimiz gibi eğitim. Eğitim, sadece okullarda verilen eğitimi kastetmiyorum, aile içindeki eğitim, biz kadınların birbirimizi eğitmesi, çocukların, öğrencilerin okullarda aldığı eğitim. Şimdi neden kolay? Eğer böyle bir anlayışla merkezi iktidar, yasaları uygulama konusundaki kararlılığını hissettirirse, okullardaki ders kitaplarında kadını ikinci sınıf bir vatandaş olmak yerine, ta ilkokuldan, anaokulundan başlayarak kadın erkek eşitliğine ve o eşitliğe inanan bir eğitimdeki bakış açısını, oraya, işte din kitaplarına da fen bilgisi kitaplarına da, sosyal kitaplarına da yansıtırsa. Bizler de evde, şimdi bu süreçte biz birazcık iğneyi kendimize de batırmamız gerekiyor. Hep ne diyoruz kadın annedir ve çocuklarını eğitir diye, şimdi ben en azından kendi çocukluğumda yaşadım, kızım kalk abine su getir, sen bunu yap diyerek ta o dönemlerden yerleşik olan kodlarımız da zaman içinde, evet sen abine su ver ama o da ablasına su versin. İkisinin de eşit hakları olduğunu hissedip, toplumda bunun üzerinden çocuklarımızı yetiştirmeye başlarsak, yine biz kadınlar apartmanımızda şiddet gördüğünü duyduğumuz bir kadın komşumuza ama canım o da zaten çok huysuzdu cümlelerini kurmamaya başlarsak, çünkü bu aslında o şiddeti bir şekilde kadınların da hani meşrulaştırmasının bir aracı oluyor. Ne olursa olsun, kime karşı olursa olsun, şiddet asla kabul edilemez duygusu ve düşüncesini hep birlikte edindiğimizde ve hak bilinci hepimiz de yerleştiğinde, bu söylediğiniz şeyleri aşmak emin olun çok kolay. Çünkü evet yasalar var ama o yasaları örneğin uygulayıcısı olan polis arkadaş, bu onun da hiç suçu değil, o yasayı uygulamadığında çok da başına bir şey gelmeyeceğini biliyor o da veya diğer başka bir uygulayıcısı yasanın uygulayıcısı, o kadını korumaya dönük yasanın uygulayıcısı onu uygulamıyor çünkü kendisi içselleştiremiyor. O yasanın ya da kendisine yapılmasını söylenen şey, mesele içselleştirmekten geçiyor. Ve siz bu içselleştirip böyle bir mekanizma ile kuralları kanunları uygular ve topluma da bunu yayma konusunda kararlı olursanız ben sana şunu söyleyeyim, en kötümser şeyle: 2 yılda Türkiye'de kadın sorunları %100 olmasa da %90 çözülmüş olur. Ben iddialıyım bu konuda. 

 

Ç.A. : Bir de size bir örnek olarak destek vermek açısından, siz bu düzenlemeleri yaparken, 8 Mart'ta Kadın yürüyüşünü eğer ki plastik mermi ile gazla dağıtırsanız o zaman bunu da dağıtan polis ama bu emri veren de İçişleri Bakanlığı, o zaman kadına yönelik yapılan bütün bu düzenlemeler bir anda anlamsız hale geliyor. Çünkü şiddet orada uygulanıyor. 

 

C.K. : Kesinlikle haklısınız.

 

Ç.A : Bu da Bir korkunun ifadesi mi, neden kadınların eylem yapmasına izin verilmiyor? O saatte, bu saatte, orada ya da burada ne fark ediyor? 

 

C.K. : Çünkü kadınlar eylem yaptığı anda, kadınların yaşadığı mağduriyetlerin büyük oranda sorumlularının kendileri olduğu ortaya çıkacak ve kadınlar her zaman olduğu gibi hakikati söyleyecekler. Bu iktidar hakikati söyleyen ister kadın olsun, ister erkek olsun; hakikati söylerken haklarını arayan, ister kadın olsun, ister erkek olsun, ister gazeteci olsun, isterse siyasetçi olsun, hiç önemli değil, hakkını arayan ve hakikati söyleyen herkese düşman bir iktidar. O yüzden bu saldırıların sebebi de o diyebilirim. 

 

Ç.A. : Diyeceksiniz ki; ben belediyede görev yapmıyorum. Bu soruyu bana niye soruyorsun diyeceksiniz belki ama İstanbul Belediyesi'nin Büyükşehir Belediyesi'nin kazanılmasında sizin çok büyük rolünüz vardı o yüzden size yöneltiyorum. İstanbul Belediyesi mesela daha çok kadın istihdamına yönelemez mi? Kadınların çalışması bir yanıyla tabii ki çok zor hem çocuklarını bakacaklar, hem de tam zamanlı kreş bulacaklar. Pratikte büyük zorlukları var. Hem belediyede tam zamanlı kreş açmak olsun, hem kadın sığınma evlerinin sayısını daha çok arttırmak olsun,kadınlara yönelik acaba belediyenin yapabileceği, sadece İstanbul Belediyesi için sormuyorum tabii ama belediyenin yapacağı çalışmalar olamaz mı? Belediyelerin yapacağı? 

 

C.K. : Kesinlikle çok haklısınız. Bence olamaz mı değil olmalı ve ben İstanbul Büyükşehir Belediyesi özelinde yapılan ve bundan sonra da artarak yapılması gereken birkaç şey de söylemek isterim izninizle. İstanbul Büyükşehir Belediyesinde ne acıdır ki bugüne kadar hiç kadın genel sekreter yardımcısı olamamış, olmamış. Bu bütün kadınlar, hepimiz adına üzücü bir durumdu. Ekrem Bey'in kazanması ile birlikte tarihinde ilk defa 8 genel sekreter yardımcısının 2'si kadın olarak görevlendirildi. Yani yüzde yirmi beş bir kadın orada temsiliyet oldu. Yine devam ediyorum, bunlar hep üzücü rakamlar; İspark denilen İstanbul Büyükşehir Belediyesi en büyük iştiraklerinden birinde bir tane bile kadın çalışan yoktu ve buraya çok yoğun bir kadın istihdamı ile buradaki en azından kadın çalışanlar yerleştirilmeye başlandı,hızlı hızlı devam ediyorum. Örneğin kültür varlıklarını koruma daire başkanlığında yine bu dönemin yoğun çabalarıyla kadın çalışanlar şu anda erkek çalışanları geçmiş durumda, geçen gün konuşmamızda duyunca çok mutlu oldum. Yine hızlıca kadınların istihdamda var olabilmeleri için siz de ifade ettiniz kreşler çok önemli. Ekrem Bey'in hatırlarsınız seçim vaatlerinden biriydi. Her mahalleye bir kreş, kadını özgürleştirme anlamında sözünü vermişti, şu Korona salgını, pandemisi olmasaydı, Bizim 11 tane kreşimiz özellikle yoksul mahallelerden başlamak üzere bitti yakında açılışı yapılacak. yine sığınma evleri İstanbul Büyükşehir Belediyesi mevcutları biliyorsunuz, adresleri ve yerleri gizli tutuluyor. Mevcutların haricinde bir tane daha sığınmaevi oluşturdu. Onlar da işte bu süreç nedeniyle açılışı daha doğrusu kişi alımına başlamadı, alacak ve bunun gibi ilk defa İstanbul Büyükşehir Belediyesinin işte kadın şoförleri görüyoruz şu anda biz IETT hatlarında ve bunlar yetmez ama evet diyorum. Bir kere onu da söyleyeyim ama bugüne kadar o kadar çok belediyede kadınlar yok sayılmış ve yok kabul edilmişler ki, işte bir yerden başlandı ve artarak kadınların istihdamına dönük çalışmalar devam edecek bunu özellikle takip ediyorum onu da bilmenizi isterim. 

 

Ç.A. : Aslında belediye özelinde değil, aslında bütün iş yerleri genelinde bakmamız gerekiyor tabii ki, her iş yerinin kreş açması mutlaka çok kolaylaştıracaktır kadınların işini. Siyasi partilerde ayrım yapmadan söylüyorum, belki hdp'yi biraz ayırabiliriz ,kadın ağırlığı daha fazla ama onun dışındaki partilerde, siyasi mekanizmalarda, kadının az yer aldığını görüyoruz ve bunun için özel bir gayret hiçbir şekilde yok. Kota uygulanacağı söyleniyor ama uygulanmıyor, ille milletvekili olması gerekmiyor, ki olsun, şu anda 6 milletvekilinin sadece bir tanesi kadın milletvekili, olsun, hem parlamentoda hem diğer siyasi mekanizmalarda, hem örgütlerde kadının temsilinin çok az olduğunu görüyoruz buna CHP de dahil, CHP yönetimi de buna özel bir önem sarf etmiyor, hiç bir parti göstermiyor, yine diyorum hani HDP'nin hakkını yemeyeyim çünkü o eş başkanlıktan başlayarak kadına ağırlık veriyor. Neden verilmiyor? Neden kadın burada geri planda tutuluyor? 

 

C.K. : Erkeklerin işlerine geliyor. Bu kadar basit. Her kadının ya da kadın temsiliyetinin artması demek bir tane erkeğin eksik olması demek ki erkekler bu konudaki dayanışmayı bence çok güzel sürdürüyorlar. Burada şunu da ifade etmek lazım, kesinlikle yani yaşamın her alanında; siyasette başta olmak üzere kadın temsiliyeti ve eşit kadın temsiliyeti olmalı, fakat yine biz kadınlara düşen bir sorumluluğu da yine hatırlatmak isterim. Biz kadın temsiliyeti isterken bu konuda mücadelemizi de vermeliyiz. Örneğin Cumhuriyet Halk Partisi'nde kotalar var işte %33, bütün alanlarda olmak üzere kadın kotası var. Kimi kadın arkadaşlarımız, kadın temsiliyeti için, eşit temsiliyet için mücadele etmek yerine yine erkeklerin belirlediği kotalardan sınırsız faydalanmak üzerine talepkar olarak temsiliyetlerinin olmasını istiyorlar, bu bana sorarsanız bir kadın mücadelesi değil, bu erkeklerin size belirlediği alanda belirlenen sınırda yine onlardan talep edilerek istenen, olursa da eğer yine erkeklerin size verdiği bir işte mevki yada pozisyonda görev almaktır. Ben bunu açıkçası kadınların temsiliyeti olarak görmüyorum ve bunu da reddediyorum. Bunun dışında bu temsiliyetlerin eşit olması için yapmamız gereken şey: benim örneğin Cumhuriyet Halk Partisi olarak partimde, sizlerin veya diğer kadınların bulundukları her alanda bu eşit temsil için mücadeleyi ortaklaştırarak büyütmek, bir de talep etmek değil, istemek değil, mücadelesini ederek ben bunu biraz söke söke almak diyorum ama biraz kaba kaçıyor belki, haklarımızı ne olduğunu bilip onlara sahip olmaktan geçiyor. Çünkü kadınların evet temsiliyeti yok, örneğin ben İstanbul'da şu anda çalışma alanlarımdan birisi o, şimdi bizim Cumhuriyet Halk Partisi'nin cinsiyet analizine bakıyorum; ne yazık ki erkek üyemiz daha fazla. Eşit temsiliyet olabilmesi için bir kere, kadın üyemizi de en az erkekler kadar, erkek sayısına yakın getirmemiz lazım. iki seçimler oluyor; işte delegeler işte başka seçimler vesaire vesaire oralarda talep açan kadınlarımız az oluyor yani, ve ben biliyorum ki her alanda erkeklerden çok daha iyi o işi yapacak binlerce milyonlarca kadınımız var, talep açan kadınlarımızın sayı artsın istiyorum. Kadınlar arasındaki rekabet artsın ve kadınlar arasındaki rekabet erkekleri o rekabette oyunun bir adım gerisinde, dışında bıraksın istiyorum. Buralardan mücadeleyi büyüterek gelmediğiniz sürece örneğin sadece işte milletvekilliği kısmında devreye girdiğinde neden kadın yok? Buralardan mücadeleyi büyüttüğümüzde oralarda daha fazla kadın olabilir. Örneğin benim İstanbul İl Başkanı olma sürecim: işte 90 kaç yıl, 5 yıl sonra Cumhuriyet Halk Partisi'nin İstanbul ilk kadın İl Başkanı oldum şimdi bu benim adıma mutluluk verici ama kadın mücadelesi anlamında geç kalınmış bir durum ama ben CHP'nin kadın bir il başkanı yok bana da bunu işte kadın olduğum için kotalardan dolayı verin demedim, bunu dediğim anda o bakışın istemesem de bir parçası olurdum. Aşağıdan başlayarak, kadın mücadelesi, kadın örgütlenmesi, siyasi örgütlenme, kendi siyasi bakışımı anlatmak ve konformizm yapmayıp, hakikaten çalışarak orada bir mücadeleyi verip, oralardan o mücadele ile geldim. Dolayısıyla kadınların bu anlamdaki mücadelelerinin daha fazla, daha yoğun ve daha çok çalışarak vermek durumunda oldukları gerçek. Bunu başardığımızda işte o zaman temsiliyette de, temsilde de eşitliği ancak sağlayabiliriz. Ama gidip kotalar olsun, o kotalarda da yarısı bizim olsun deyip, talepkar bir kadın bakış açısı bana çok şey gelmiyor, yani bu sorunu çözecek bir unsur gibi gelmiyor. Öyle baktığınızda o zaman erkekler kotaları belirlesin. Biz de o kotalarda olalım deyip, o sistemin bir parçası oluruz. Kadının eşit temsilini sağlamanın yolu hiçbir sistemin parçası olmadan, sistemdeki aksaklıklara rağmen, erkek egemen bakışın sizi ötekileştirmesine, sizi yok saymasına rağmen haklarımızı bilerek ve erkeklerden daha planlı, daha programlı ve daha akıllı olduğumuzu görerek, sistemin parçası olmadan, sistem içinde var olmaya çalışmaktır diyorum, bizi eşitliğe götürecek olan. 

 

Ç.A. : Kaftancıoğlu bende farklı bir şey söylüyorum; kotaları biz belirleyelim, erkek kotasını %30 belirleyelim, onlar da onlarla sınırlı kalmasınlar.

 

C.K. : Mücadeleyi bu şekilde yürüttüğümüz sürece emin olun olur o. 

 

Ç.A. : Olur mu? Peki çok teşekkürler ediyoruz. Son olarak şunu sormak isterim ütopik bir soru ama bütün kadınlar birlik olsa Türkiye'de, Türkiye nüfusunun yarısı kadın, bütün kadınlar birlik olsa gerçekten bütün düzeni sistemi, rejimi, her şeyi değiştirebilirler mi? 

 

C.K. : Ben soruyu hiç ütopik görmüyorum bir kere onu söyleyeyim. Türkiye'de göreceksiniz, bütün kadınlar, her renkten, her inançtan, her kesimden her sosyal statüden, her giyimden, aklınıza gelebilecek her her her kadınlar, yoksulluk paydasında, özgürlük paydasında, eşitlik paydasında, kimi zaman yoksunluk paydasında, ama her şeyden önemlisi akıl ve yüreklerindeki acı paydasında bir araya gelecekler ve bütün kadınlar birlik olunca da bu düzen yerle bir olacak göreceksiniz önceden bunu çocuklarım görür diyordum ama artık ki kendimin göreceğine sonuna kadar inanıyorum. 

 

Ç.A.: Çok çok teşekkürler Canan Kaftancıoğlu. 

 

C.K. : Ben çok teşekkür ediyorum Size çok sağ olun.

  • YouTube
  • Instagram
  • Twitter
  • Facebook
bottom of page