Çiğdem Anad: Bizim hikayemizden sevgiler selamlar. Bizim hikayemizde kadınların hikayesini anlatıyoruz. Kadınlar hayatın her alanında erkeklerden farksız mücadele ederken, bir de erkeklerin şiddetine karşı mücadele ediyorlar. Bu hayatı kadın erkek birlikte, eşit koşullarda nasıl yaşayacağız soruyoruz. Bugün Şafak Pavey'e soracağız. Şafak Pavey şu anda Birleşmiş Milletler'de diplomat, daha önce milletvekiliydi biliyorsunuz.
Şafak sizin seyahatleriniz pandemiye rağmen devam ediyor. Pandemiden başlayalım istersen. Kovit pandemisi bütün ülkeleri, bütün insanları etkiledi, bütün hayatları değiştird, değiştirmeye devam ediyor. Bu arada bir çok ülkeden pandemi döneminde kadın şiddetinin çok arttığına dair haberler geliyor. Türkiye değil sadece, birçok ülkede özellikle ev içi şiddetin ne kadar yükseldiğini biz haberlerde görüyoruz. Elimizde net veriler, bilgiler her ülke için yok. Birleşmiş Milletler'in verilerine baktığımız zaman bu şiddetin hangi ülkelerde nasıl arttığını görebiliyor muyuz ?
Şafak Pavey: Şiddetin hangi ülkelerde nasıl arttığı görmenin yanı sıra aslında şiddetin var olduğu ve kültürün içinde var olmaya devam ettiği ülkelerde bir değişiklik yok. Artışların oralarda olduğunu görüyoruz. Kovid-19'a baktığımızda, ben felaketlerin yarattığı duygusal, sosyal ve ekonomik çöküntülerin ve enkazın her zaman başka bir birleştirici ve öğretici yanı da olduğuna inananlardanım ve bütün araştırmalarda aynı zamanda iyiye gidişleri de görmeye çalışıyorum. Elbette çok karanlık bir tablo çıktı yani bu kadar çok ilerlemenin kaydedildiğini düşündüğümüz kadın hakları, eşitliği ve aynı zamanda kadına karşı şiddetin önlenmesi için verilen bütün emeklerin tam tersine bir trende döndüğünü görüyoruz. Bunun en büyük en büyük nedenlerinden bir tanesi de; kadınların her açıdan kontrol altında tutulmaları kapalı kültürlere ait bir şey ve covid-19 kültürleri ve toplumları biraz daha kendilerine döndürerek daha da kapattı. Dolayısıyla toplumsal olarak şiddet kültürünün var olduğu yerlerde bu çok daha fazla öne çıktı ve görünür oldu hatta. Yani değişim ve ilerleme karşısında bir şekilde ne kadar yol alamadığımızı da görmüş olduk. Çünkü o kadar kültürel dönüşüm çok fazla derinleştirememişiz ki, eve kapanmanın bir etkisi de o şiddet kültürünün tekrar içerden patlaması oldu. Yani şiddet değerlerinin bir toplumda egemen olduğunu hissettiğinizde kendinizi çok güçlü hissedersiniz. Bu bir kendi halinde pandemi olarak yayılır ve bu güç daha güçsüz olana bir şiddet olarak geri döner. Yani mesela doktorlara karşı şiddete bakın, kadın şiddeti ile aynı kaynaktan beslendiğini düşünüyorum. Elbette bunun derininde yüzyılların getirdiği bir eşitsizlik kavramı var. Daha güçlünün daha güçsüzü ezmesi kavramı var. Bunlar birleşiyor ve bu kriz dönemlerinde içe dönüşlerin yaşandığı, sınırların kapandığı, evlere kapandığımız dönemlerde o şiddet patlamalarının çok daha güçlü olduğunu, ortaya çıktığını görüyoruz. Ama bütün bunlarda yani BM rakamlarını sordunuz bana. Birleşik Milletler kadın örgütünün gözlemleri ve projeksiyonlarına göre gelecek sene bu zamanlar da 47 milyon daha kadın ve kız çocuğu daha yoksulluk içinde olacak ve kadın ve erkek arasındaki gelir dağılımı eşitsizliği çok daha büyük şekilde açılacak. Bu yılların ve son 10 yılların verdiği ilerlemelerin tamamen geri dönüşünü işaret ediyor bize, oldukça endişe verici. Küresel olarak gene; Eylül 2020'nin sonuna doğru baktığımızda projeksiyonlarımız kadına karşı şiddetin koronavirüsü ile bağlantısında artışını daha iyi hiçbir şey özetleyemez. Eylül 2020'nin sonuna doğru 31 milyon kadının daha dünyada şiddete maruz kaldığı raporlanacak. Onu öngörebiliyoruz. Bunlar çok ciddi rakamlar, çok ciddi. Latin Amerika'da da bu yaşanıyor. Afrika'da da, Asya'da da yaşanıyor. Avrupa'da da. Bütün bu kıtalara aslında pandemi ile birlikte bambaşka bir şiddet pandemisi yayılmış durumda.
Ç.A.: Peki, Birleşmiş Milletler kadın örgütü buna karşı ne yapıyor? Bu oranlar çok yüksek.
Ş.P.: Elbette çok yüksek oranlar, o yüzden çok endişeliyiz. Bu kasım ayında bir de ayrıca şöyle bir şey de oldu. 2020 kadın haklarının ilerlemesinde,eşitliğinde çok büyük mihenk taşlarının olacağı bir yıldı. Öyle planlanıyordu ki bu ilerlemeler üstüne onları görünür kılarak büyük kampanyalar başlatılacaktı. Buna kadın barış ve güvenlik rezolüsyonunun 20. senesi de dahil olmak üzere. Bütün bunlar elbette görünmez virusun eliyle bütün görünürlüğünü de kaybetti. Şimdi Birleşik Milletler genel sekreterinin çağrısıyla başlatılan, 2 yıllık çok uzun planlanmış bir kadına karşı şiddet, cinayetleri engelleme kampanyası başlıyor. Birleşik Milletler kadın örgütü elbette bunun en büyük aktörlerinden birisi. Kasım ayında başlayacak bu büyük kampanya hem kültürel dönüşüm, hem yasal, yerel yönetimler, parlamentolar üstünden yasal yaptırımlar için kolları sıvadığımız çok büyük, uzun soluklu bir kampanyaya başlıyoruz. Onun için bir çalışma içindeyiz. Bu kasım ayında başlayacak.
Ç.A.: Biraz önce söyledin ama belki altını çizmek gerekiyor. Kadına yönelik şiddetin olmadığı ülkelerde ya da çok düşük oranlarda olduğu ülkelerde bu pandemi sürecinde şiddetin arttığı gözlenmedi !
Ş.P.: Hayır; ev içi şiddetin kesinlikle arttığını görebiliyoruz. Daha önce sosyal ilişkilerle bir şekilde daha fazla sınırlanan ve kadının evinin dışında hayatına devam edebildiği yerlerde, çok daha sosyal network üstünden koruma, görünmez korumalarının olduğu yerden, evin içine çekildiğinde,hiç olmayan yerlerde bile şiddetin yükseldiğini görebiliyoruz. Boşanma oranları çok daha düşük olan yerlerde boşanma oranlarında da yükselme görüyoruz, elbette. Ama şiddetin zaten var olduğu ve hiç dönüşmediği ve bunun egemen güç olarak kabul edildiğini kültürler ve toplumlarda bunun çok büyük patlamalar şeklinde olduğunu görebiliyoruz. Yani o çok ciddi olarak raporlarımızda öne çıkıyor. Guatemala mesela günde 7 kadının öldürüldüğü bir ülkeden bahsediyoruz, bu şimdi 14'e çıktı. Yani, bu rakamlar, Yani bunlar çeteler tarafından da olan, çeşitli çatışma bölgelerinden gelen, kadınlara tecavüz edip öldürmenin çok doğal sayıldığı bir yakın tarihten bahsediyoruz. O yakın tarihin eve dönüşünde de aynı şiddet çok daha katlanarak devam etti.
Ç.A.: Şafak Birleşmiş Milletler raporunda öngörülen, şöyle söyledin; 47 milyon kadın daha yoksullaşacak dünyada, 31 milyon kadın daha şiddete maruz kalabilir, raporlama onu gösteriyor dedin. Peki; bu pandemi süreci devam ederse mi böyle olacak yoksa bundan bağımsız olarak mı?
Ş.P.: Şu andaki öngörümüzden bahsediyorum. Bu tamamen korona pandemisi ile ilgili rakamlar. Bahsettiğim güncellenmiş rakamlar. Dediğim gibi Eylül 2020'nin sonuna kadar kısıtlamalar devam ettiği takdirde, korona pandemisinin etkisi ,kadın şiddeti üstündeki etkisi bize 31 milyon kadının daha bu süreçten, bu sene de, 9 ay içinde pardon 6 ay içinde bundan etkilenmiş, kısıtlamalardan etkilenerek şiddetin yükseldiği rakamların 31 milyon kadına ulaşacağını gösteriyor. Bu hızda devam ettiğinde.
Ç.A.: Evet, kadınlar dünyanın birçok ülkesinde her ülkesinde demek doğru mu bilmiyorum ama birçok ülkesinde eşitlik mücadelesi veriyor ve çok büyük kazanımlar elde ettiler. Biraz önce dedin ki; bu haklardan çok geri dönüş oldu pandemi nedeniyle. Birçok ülkede mücadele devam ederken; Belki Asya ülkelerini, Afrika ülkelerini, Orta Doğu ülkelerini ayırmak gerekiyor. Çünkü oradaki kadınlar daha da fazla mücadele etmek zorundalar ve ediyorlar. Onların mücadele alanlarını nasıl tanımıyorsunuz siz? Neden onlar daha fazla mücadele etmek zorunda kalıyorlar?
Ş.P.: Ben böyle bir genellemenin yapılamayacağını düşünüyorum. Çünkü Asya dediğimizde birçok Asya var. Afrika dediğimizde birçok Afrika var. Ortadoğu dediğimizde birçok Ortadoğu var. Mesela; Asya'dan başlarsak yani bunu genel olarak kullanamayız. Çünkü dünyanın en gelenekçi toplumlarından bir tanesi Japonlar. Yolsuzluğa itirazdan, kamusal saygıya kadar daha iyisine rastlayan olmamıştır.Kadın haklarında da oldukça gelenekçi bir toplumdur ama modernleşme yolculuğuyla, kadının toplumdaki yeri çok daha hızlı ve olumlu olarak değişmiştir. Aynı şekilde Güney Kore'ye bakabiliriz; oldukça gelenekçi bir toplumdur. Aynı şekilde Çin'e bakabiliriz; oldukça gelenekçi bir toplumdur. Tayvan aynı şekilde. Hangi Asya'dan bahsettiğimiz ile ilgili bu. Ben bu ilerlemenin önündeki tek engelin kültürler olduğunu düşünüyorum ve modernleşmenin, yani bir toplum ne kadar modernleşirse kadınların toplumdaki yerinin o kadar olumlu yönde değiştiğini düşünüyorum. O ikisinin birbiriyle bağlantılı olduğunu,o yüzden tek bir kıta, coğrafya olarak bakamayız. Ruanda'yı örnek vermek isterim Afrika'dan. 1994 yılında korkunç soykırımın, benim çocukluğumun şahit olduğu en korkunç soykırımlardan ve çatışmalardan birisidir. Onun sonucu olarak 2000'lerin başında uzlaşma çabaları ve yeni anayasal girişimlerle tekrar bir ülkenin sıfırdan, bir enkazdan kurulmasına şahit olduk. Orada toplumsal olarak tekrar bir araya gelmenin, uzlaşının elçileri en küçük kasabalardan, yerel yönetimlerden daha sonra ulusala kadar kadınlar oldu. Toplumsal uzlaşma da ve tekrar barış kurulmasında büyük bir rol oynadılar. Bunun 2003'teki anayasal çalışmalara yansıması hem kadın kotalarıyla ilk önce yol alınması için ilk adım olarak, hem de bu anlamdaki bütün ilerici politikaları dünyada var olan anayasalarının içine katarak oldu. Şu anda baktığınızda bütün dünyada 2019'daki parlementer temsiliyete baktığımızda, Ruanda yüzde 62 ile bütün ülkelerden daha önde, kadının siyasetle varlığı, parlamentoda temsiliyeti açısından. Dolayısıyla bu aslında nasıl baktığınıza ve hangi ülkeyi kiminle karşılaştırdığınıza bağlı. Diğer yandan; ekonomik olarak en yüksek yerlerde yer alan Katar'ın aynı eşitliği, kadın erkek arasındaki eşitliği ve temsiliyeti sağlayamadığını görüyoruz. Bu bence; kültürler, çabalar, çok acı da olsa, çok trajik bir tarihten bambaşka bir ilerleme kaydetmiş Ruanda örneğine bakarak da görebiliriz. O yüzden; Asya, Ortadoğu ya da Afrika diye genellemek yerine yada batı-doğu diye genellemek yerine kendine has kültürlerinin iyi yanlarını alıp, modernleşme çabaları ile, ilerici politikalarla bir araya getirilmiş ve bambaşka modeller yaratmış ülkelere de bakabiliriz.
Ç.A.: Geleneksel yapıyı bir engel olarak görmediğini söyledin ve örnekler verdin. Kadınların haklarını elde etmesinde, eşitlik mücadelesinde geleneksel yapı bir engel teşkil etmez dedin. Bunun örneklerini verdin. Kültürel yapı önemlidir dedin, modernleşme önemlidir dedin. Kadınların yol alabilmesi için bu eşitlik mücadelesinde bunlar önemlidir dedin ve ekonomik yapının da o kadar belirleyici olmadığını söyledin. Peki, Siyasi iktidarlar ne kadar belirleyici, o ülkenin siyasi iktidarları ne kadar belirleyici, siyasi yapısı?
Ş.P: Siyaset toplumun bir aynasıdır. Yani kültürden bahsediyorsak; siyaset dili, siyasetteki temsiliyet o kültürün zaten bir aynasıdır. Küçük bir mercekten bakıyormuş gibi olursunuz. O kültürde yer alan şiddet kültürü de, dili de siyasete yansımış olur. Çok daha hızlı ve görünür kılar bir toplumu sosyal olarak okumanızda. Dolayısıyla bunun kültürden bağımsız bir yanı olduğunu düşünmüyorum. Önemli olan toplum önderlerinin bu sorumluluğu alarak siyaset alanında varlıklarını sürdürdükleri mevkilerden ve o hoparlörlerden topluma önderlik edebilmeleridir. Eğer derin kültüre sahip çıkıp, oy çabalarıyla, ya da küçük kurnazlıklarla çok kısa vadeli oy kurnazlıkları ile diyelim; bir şeyi dönüştürmek, toplumda daha iyiye gidilmesini sağlamak için o cesareti göstermiyorlar ise, o zaman elbette o kültür de dönüşüm gösteremiyor. O yüzden siyaset çok önemli bir rol oynuyor elbette bunda.
Ç.A.: Batı-doğu diye ayırmak çok doğru olmaz dedin ama yine de ben Batı cephesinden şöyle sorayım; Batı Cephesi derken batıda kadınlar bu eşitlik mücadelesini önce verdiler. En azından Amerika, İngiltere başta olmak üzere ve bütün Avrupa'da kadınlar bu mücadelenin öncüsüydü. Ve batı değerleri; insan hakları, insani değerler, özellikle kadın erkek eşitliğini içeriyor. Buna rağmen batıda da bu şiddeti görüyoruz. Kadına yönelik şiddeti görüyoruz. Batı yönetimleri buna karşı ne yapıyor?
Ş.P: Gene çok büyük bir genelleme olduğunu düşünüyorum. Ben meselelere böyle bakmıyorum. Yani izlanda'da bambaşka mesela. Yani batı dediğinizde aklınıza ne geldiğini de bilmiyorum. Çünkü gerçekten dünyaya bakışım böyle değil. Eşit seviyede Ruanda'nın bütün parlamentolara önderlik yapabileceğini ve kadın eşitliği, siyasette temsiliyeti açısından en iyi örnek olabileceğini görebiliyorum. Bu İzlanda'nın da önünde bu arada. Dünyada kadın eşitliği açısından en önemli örneklerden bir tanesi. Aynı şekilde Norveç'in de bambaşka bir şey önerebileceğini öngörebiliyorum , o yüzden bu terimi kullanan insanlardan değilim. Insanların ortak değerlerini batı değerleri ya da batı ülkelerinde yapılmış mücadelelerin nasıl döndüğü ya da yol alınamadığı konusunda konuşmak yerine, yani bunun başka toplumlara da haksızlık olduğunu da düşünüyorum ama en büyük şu anda yapılan çabalardan bir tanesi; Eğer öyle bir terim kullanırsak yani batı ülkeleri diye genelleme yapılırsa; savunma bakanlığı'nın, güvenlik ve barış konularında, özellikle güvenlik kolluk kuvvetleri konusunda karar verici mekanizmalarda kadınların yer alması trendini görüyoruz. Böylece bambaşka bir algı yıkılıyor. Mesela; Avustralya'nın Savunma Bakanı kadın, aynı şekilde Almanya çok uzun yıllar Savunma Bakanını kadın olarak belirledi. Yani bunların çok önemli dönüşümlere ve algıların değişimine, aynı şekilde Kanada, bunların yapılmaya çalışıldığını görüyoruz. Siyasi alanda ve kadının güvenlik konularındaki çok büyük eşitsizlik gördüğü bir alanda daha görünür olmasını sağlayarak, bunun üstesinden gelinmesini başarmaya çalıştıklarını görüyorum.
Ç.A.: Savunma bakanının kadın olması ya da İçişleri bakanı'nın kadın olması ya da Başbakanın kadın olması gerçekten toplumsal yapıyı, algıyı çok etkiliyor mu? Savunma bakanı örneğini verdin, bunu genişletebilir miyiz?
Ş.P.: Elbette. Elbette kadınların daha önce yetki verilmediği ve oraya uygun görülmediğini, sadece aile ve sosyal haklar bakanlıklarının uygun görüldüğü bir siyasi geleneğin dönüştüğünü görüyoruz. Bunun sadece kadınların talepleri ile değil, bambaşka bir ahlaki siyasi kültürün dönüşümüyle olduğunu görüyoruz.
Ç.A.: Bu, İstanbul sözleşmesini soracağım. Adı İstanbul sözleşmesi, çünkü bu sözleşme İstanbul'da imzalandı. Türkiye ilk imzacı ve 34 ülke bu anlaşmaya imza attı. Türkiye'de bunun tartışması bir yandan devam ediyor. Diğer ülkelerde durum ne ? Bu sözleşmeyi imzalayan ülkeler de durum ne , bu sözleşme neleri değiştirdi. Bu ülkenin hepsini saymaya gerek var mı bilmiyorum ama Arnavutluk Avusturya, Belçika, Hırvatistan, Kıbrıs, Finlandiya, Almanya, Lüksemburg, Malta Bologna, Sırbistan ve ve 34 ülke bu sözleşmeyi imzaladı. Bu ülkelerde bir değişim oldu mu? Bir faydası oldu mu bu sözleşmenin?
Ş.P.: Uluslararası hukukta şöyle bir şey var. Bir imzalamak var, bir de onu onaylamak ve onu yönetmeliğe sokmak var. İmzalamakla aynı şey değil bu. Mesela İsviçre'ye baktığınızda; i̇stanbul sözleşmesini zannediyorum imzalama tarihi herhalde 2014 tür. Yani bir süre ilk imzaya açıldıktan. Ama onaylama, meclisin bunu onaylaması 2018'i bulur aynı şekilde İrlanda yine 2019 sanıyorum onaylayan. İmzalayanlar arasında en son onaylayan.
Ç.A.: Şafak baktım, biraz önce baktım. 34 ülke sözleşmeyi onaylamış, yürürlüğe sokmuş.
Ş.P.: Ama ben onaylama ile imzalama arasındaki zamanların değerini anlatmak istiyorum. Aynı zamanda da 11 tane imzalamamış da, onaylamamış da şu ana kadar. Azerbaycan ve Rusya hiç imzalamamışlar arasında imzalamamıştır. Şimdi bir devletin sözleşmeyi imzalaması ve onaylamasına giden yolculukta uzun bir süreç alması bir devletin sorumluluğunu da gösteriyor. İlk imzalayan, ilk onaylayan olabilirsiniz. Ama; yerel kanunları, yani yerelde olan hukuksal düzenlemeleri bununla uyumlu hale getirecek çünkü uygulamaya çok değer veriyorsanız, zaten bir şeyi sadece imzalamadan önce bile onu düşünürsünüz. Yani bunun uygulaması, çünkü bir taahhütte bulunuyorsunuz uluslararası sistemde ve bunun uygulanmasına verdiğiniz değeri de gösterebilir bu aradaki zaman onaylamaya kadar. Bu sözleşmeyi imzalamama ya da onaylamama nedenlerinin büyük ölçüde devletlerin kendi yerel yorumlarıyla yerel olmayan bir anlaşmanın arasındaki çatışma ya da yasal ya da toplumsal uyumsuzluk, karşı lobiler gibi engellere dayandığını görüyoruz. Kimi hükümetler sözleşmeyi kendi politik görüşleri çerçevesinde yorumlamaya eğilimli oluyor. Kimi devletler toplumsal bir itiraza karşı verebileceği cevabı hesaplıyor. Ve bu böyle devam ediyor.Uygulamasında olan yani bütün Uluslararası hukuk sözleşmeleri aynı İstanbul'da olduğu gibi daha sonra bir gözlemleme, yani devlet olarak onayladığınızda, bunda yaptığınız bütün uygulamaların aynı zamanda diğer devletlere, bunu onaylamış diğer devletler tarafından da çıtasıyla karşılaştırmaya giriyorsunuz. Dolayısıyla bunlar çok önemli adımlardır devletler açısından. Sadece imzalayıp çok da çevik bir şekilde onaylamış olabilirsiniz ama bir şey sorumlulukları yerine getirmek ile imzalamak aynı şey değil. Yani aynı şey değil,aynı şey olmuyor. Dolayısıyla,bunlar yükümlülüklerdir, önemli olan uygulama tarafınada dikkatle bakabilmektir.
Ç.A.: Sözleşmeyi uygulamaya koyan ülkelerde kadına yönelik şiddet gözle görülür bir şekilde azaldı mı? Ya da bunu ölçmek için henüz süre çok mu kısa?
Ş.P.: Henüz süre çok kısa. Çünkü 34 ülkeden bahsediyoruz ve onaylamaya henüz daha yeni geçmiş. Yani imzalarla başlamıyor bu süreç. 10 yaklaşık kaç sene oluyor herhalde 10 senesi olmadı henüz İstanbul Sözleşmesi'nin değil mi? 2011 yılında girildi. Dolayısıyla 9 senelik bir süreçten bahsediyoruz. Onaylamaların çok geç geldiği bir süreçten bahsediyoruz. o yüzden henüz bunun sosyal dönüşmeye yol açmadığı, hukuksal olarak ne kadar yol alındığına bakmak için, henüz çok çok genç sözleşme, onu söyleyelim. Mekanizmaları yeni kurulmuş bir sözleşme.
Ç.A.: Şafak , özellikle göç, dünya çapında bu göç hareketleri kadınların hayatını nasıl etkiledi?
Ş.P.: Göç hareketleri elbette kadınların hayatını çok büyük bir şekilde etkiledi. Yani Soğuk Savaş yıkıldığında, dünya tekrar tek kutuplu olunca heyecanlandık ve işte ırkçılık, ayrımcılık, cinsiyetçilik, her şey bitti diye düşündük. En azından o dönemin çocukları olarak böyle bir dünya hayal ettik. Ne kadar yanıldığımızı daha sonra gördük yetişkin hayatlarımızda. Göç sorunlarını mesela hallettiği düşünülen şehirlerin unuttuğu sanılan birçok sorunu ve aynı zamanda değerin tekrar oluştuğunu gördük. Şehrin kadınları ile göç eden kadınların sorunlarının birbirine dolandığını gördük. Ben bunu biraz daha, yani bir bambaşka kadın meselesi olarak ortaya çıktı; göç ve kadın. Bu sadece iç göçler, şehre göçler değil,uluslararası göç, zorunlu göç ve iltica ile olan sonuçlar. Ayrıca sadece bize ait değil. Bütün modern dünyanın içinde bulunduğu bir çıkmaz. Çünkü pasaportlarımız buluştu belki ama kültür yolu ile aramızda da uçurumlar oluştu. Göç eden kültür bir yandan kadını kontrol etmeyi sürdürmek istiyor. Ama göç alan kültür kadın kazanımlarını korumak istiyor. Bu bayağı, oldukça karmaşık bir meseleye döndü. Bunda tabii yerel yönetimlerin de göç alan yerlerde yerel yöneticilerin de gene büyük, kısa vadeli oylarını düşünüp, karma mahalleleri değil ,gettolara yatırım yapması ile oluşan bir çatışma. Bugün İran'a baktığımızda içinde küçük bir Afganistan vardır.Bugün Fransa'ya baktığınızda bir yerinde Tunus vardır. Birbirinden bağımsız ama aynı zamanda oldukça birbirini etkileyen, değiştiren ve aynı zamanda da sabit tutan ve sertleştiren bir karma hayatlar zinciri görüyoruz. Bunları tekrar sosyal uyumu sağlamak için oldukça uzun çabalar gerekecek diye düşünüyorum.
Ç.A.: Bir de senin şahsından yola çıkıp, genel bir soru sormak isterim. Şu anda Birleşmiş Milletler'de diplomatsın, daha önce milletvekilliği yaptın. Çok gençken bir kaza geçirdin engelli kaldın ama hiçbir engel tanımadın. Bütün engelleri aştın ve şu anda hala çok yoğun çalışıyorsun. Engelli bir insanın,engelli bir kadının potansiyelini ortaya koyabilmesi nelere bağlı ?
Ş.P.: Engelli bir kadının potansiyelleri, şimdi her şeyden önce bir kere tabuları yıkmak la başlıyor her şey. Yani engelliliğimden ötürü bana uygun görülen konumları değil, istenen vasıfları taşıyan her sıradan insan gibi başka konulara talip oldum. Belki başlangıç noktası odur, görünür olmak konusunda inatçılığımdır aynı zamanda. Toplum sizden görünmez olmanızı talep ediyor çünkü. Bu dünyanın birçok yerinde böyle ama aynı zamanda engellilik bunu daha genelleyeceğim , çünkü anlaşılmaz olduğunu düşünüyorum bunun, hala anlaşılmadığını. Ilk konuşacağımız zorluk çok basittir. Elbette bir birey olarak elinizden geleni yaparsınız ve toplumsal yargıları kırmak için bu konudaki ilk adımları atabilirsiniz. Bir Öncü olarak ya da bu konudaki enleri yapabilirsiniz ve elinizden gelen 3 kat daha fazla çaba göstermeniz gerekir. Mesela ben kendimden örnek vermek gerekirse klavyeyi kullanmak da çok daha yavaş olabilirim iki elini kullanan birisine göre ama sınavlarda hiçbir zaman ayrıcalık isteyip, ekstra süre talebim olmadı. Sınavlara eşit olarak girmeyi ve bu konuda da çok ısrarlı olmayı seçtim. Bu dediğim gibi bir inatçılık sorunu zannediyorum ama aynı zamanda anlaşılmayan bir şey var. Bir birey olarak ailenizin çabaları ile birlikte bir şey yaparsınız. Ama konuşacağımız zorluk, pek de konuşulmayan bir şey, engelli hayatı çok pahalıdır. Kamu araçlarını kullanmak neredeyse imkânsızdır. Eğitim için araç gereçler çok özel olduğu için zor bulunur. Eğitimin kendisi zor bulunur. İşitme engelli çocukların hala karma eğitime katılması için yeterli ekipmanları yeterli özel eğitmenleri yok. Engelli hayatını kolaylaştıran araç ve gereçler yoksa fiziksel olarak ya da zihinsel engellilik de başkalarına yetişmeniz de çok zor . Dolayısıyla bunların açılması için sosyal devletin bütün şefkati ile engelli hayatını sadece devlet değil belediyelerin de engelli hayatını merkez alan politikalarla, politikalarını ve uygulamalarını tasarlamaları gerekiyor. Burada çok bir şeyi yanlış yapmak yerine, başından itibaren bir engelli için kolaylaştırılan hayat, hamile kadınlar için, çocuklar için, yaşlılar için, herkes için bütün jenerasyonlar ve bütün cinsiyetler için çok daha kolay olur. Bunu anladığınızda bir politikayı ya da bir şehri tekrar tasarlamaya çalıştığınızda bunu örnek alarak, engelli bireylerin de önünü çok açarsınız. Yani ailelerinin gelir sınıfına bağlı kalmadan bütün bu zorlukları aşmak için. Ben kendim elimden geleni yapmaya çalıştım bu yolculuğumda. Ama bu anlamda dünyanın birçok yerinde işte mesela , Etiyopya'daki ilk görme engelli kadın avukat beni çok heyecanlandırıyor ya da başka bir yere baktığımda, yine fiziksel engelli bir hakimi görüyorum. Yani bir birçok konuda önde ve görünür olmaya çalışmak zannediyorum ki başkalarının da yolculuğunu kolaylaştırıyor. Ama bu sadece yeterli değil. Bunu siyasette karar vericilerin her şeyi planlama ve tasarlama da merkezine alması gerekiyor.
Ç.A.: Örnekler verebilir misin; engelli insanların, engelli kadınların önündeki engelleri kaldıran ülkeler hangileridir, neler yapıp bu engelleri ortadan kaldırmışlardır?
Ş.P.: Dediğim gibi başka başka koşullarda farklı yakın tarihlerden çıkmış başka ülkeler var. Başka coğrafyalarda bunlar ama mesela Avustralya'da erişilebilirlik hakkının en yüksek uygulandığını görüyoruz. Bu eşit bir şekilde kadını ve erkeği açısından. Hatta kadınlara has daha daha fazla bunu uygulama gerekiyorsa ya da çeşitli yerlerin revize edilmesi gerekiyorsa, kadına göre uygulanmış ya da tasarlanmış mekanizmaların öne çıktığını görüyoruz. Uygulamaların öne çıktığını. İsviçre'de sosyal haklar açısından engelli kadınların, engelli bireylerin güçlendirildiğini ve eşit ücret konusunda önde olduğunu görüyoruz. Başka ülkelerde başka şeyler var ama mesela kültürel dönüşümlerde Afganistan gibi çok uzun yıllardır çatışmalarda olan ya da kadın erkek eşitliğinin olmadığı bir yerden bahsediyorum ayrıca ya da gene çok uzun çatışma bölgelerinden Kongo'ya baktığımızda engelliliğin kadın ve erkeğin çok daha ötesinde engelliliğin maalesef çok acı bir tarihle, toplumlarda normalleştiğini görüyoruz. Yani savaş sonrası toplumlarda, çatışma sonrası toplumlarda. Dolayısıyla eşit temsiliyetin doğal olarak geldiğini görüyorsunuz. Toplumun zaten yarısı insan eliyle yapılmış, bilinçli olarak yapılmış en büyük tahribat olan savaş ve çatışmalardan çıkınca toplumun yarısı engelli oluyor. Dolayısıyla onun normalleştiğini görüyorsunuz. Herhangi bir konuda, konumda, bir bakanın engelli olmuş olması gözlere batan bir şey olmuyor. Ya da bunu kadın ve erkek diye ayıramayız. Bu bir kültürel dönüşüm. Bazen çok acı tarihlerde buna başka şekilde katkı sunabiliyor. İlk engellilerin eşitlik yasası Vietnam'daki gazilerin eve dönüşüyle başlamış bir hareket. İlk Amerika bu yasayı uygulamıştır. Yaratmış ve uygulamıştır. Yani bu bazen savaşın savaşın getirdikleri ile olabiliyor.
Ç.A.: Bazen de ülkelerin ekonomik yapısı belirleyici olabiliyor mu? Ekonomik olarak daha gelişkin ülkeler engelli kişiler için daha çok sosyal yardımda bulunuyor mu?
Ş.P.: Şimdi, sosyal devleti zaten devlet mekanizmasının, anayasanın ortasına koyduysanız ve devletinizi öyle belirlediyseniz, elbette yani Norveç'teki bireyler arasındaki kadın ve erkek değil, bireyler arasındaki eşitliğin yüksek olduğunu ve orta sınıfın çok yüksek, çok daha büyük bir bölümünü oluşturduğunu gördüğünüzde, zaten o sosyal adaletin yüksek olduğu her toplumda yatırım her bireye engelli ya da engelsiz eşit olarak gidiyor. Dolayısıyla o büyük bir, büyük bir fark yaratıyor elbette. Başlangıç noktası olarak içine doğduğunuz toplum ve devletin yapısı sizin şartlarınızı da belirliyor. Elbette ekonomik olarak önde olmak çok önemli ama ekonomik olarak önde olabilirsiniz, daha önceki örneklerde de vermeye çalıştım. Katar Örneğinde olduğu gibi ekonomik olarak çok önde gelebilirsiniz ama engellilik anlamında hiçbir sosyal insiyatifiniz de olmayabilir. Yani, kadın erkek alanında oldukça düşük sıralarda olması gibi. Dolayısıyla bunun sadece tek açıklama olabileceğini düşünmüyorum. Bunda kültürlerin dönüşüm ve yakın tarihlerinin de çok büyük rol oynadığını düşünüyorum. Elbette ekonomi önemli bir şey ama herhangi bir inovasyon için, ya ben mülteci kamplarında kadın erkek eşitliğinin en yüksek seviyede uygulandığını gördüm. Dolayısıyla bana ekonomi ile her şeyin açıklanabileceğini anlatamaz. Bu tamamen bireylerin birbiriyle dayanışması ve eşitlenmeleri bambaşka dönüşümlerle olan şeyler. Hiç bir yatırım olmayan yerleri gördüm. Dolayısıyla, yani inovasyon yapmak için herhangi bir tasarımcının herkese iyi olsun diye, yeni bir buluş yapmak için bir mucitin çok büyük yatırıma değil, nerede sorun olduğunu algılayacak açıklığa sahip olması lazım. Özgür düşüncenin çok daha önemli bir rol oynadığını düşünüyorum.
Ç.A.: Biraz da kadın ve liderlik üzerinden örnekler verebilir misin dünyadan! Bir kadın lider olduğu zaman, aslında beklenti her kesimden kadını kucaklayabilmesi, kavrayabilmesi. Çünkü bütün kesimlerden kadınların ortak sorunları var. Dolayısıyla bir kadın liderin aslında nerdeyse nufusların yarısını oluşturan kadınları kavrayabilmesi gerekir ama öyle olmuyor. Neden olmuyor?
Ş.P.: Zannediyorum aynı fikirde değilim bu konuda. Çünkü; Yeni Zelanda, İzlanda Finlandiya, Almanya şansölyesi bu efsaneyi kendi duruşlarıyla yıkmıştır diye düşünüyorum. Yani bence bu bir efsane. Litvanya Cumhurbaşkanı mesela ; oldukça birleştirici; kadınların ortak sorunlarına da yatırım yapan, bu acendayı en yüksek seviyede tutan bir rol modeldir. Önemli olan; nereye hangi örneğe baktığımızda ilgili diye düşünüyorum. Bunun bir yıkılması gereken efsane olduğuna inanıyorum.
Ç.A.: Yani kadın liderler değişik siyasi fikirden de olsa, çok farklı kesimlerden de olsa kadınları ortak bir paydada birleştirebiliyor diyorsun.
Ş.P.: Siyaset varlığı ve doğası gereğiyle farklı bakış açılarından oluşur. Elbette bir kadın Lider belli bir ideolojinin temsilcisi ise siyasi bir liderden bahsediyoruz çünkü elbette o ideolojinin getirdiği öğeleri de barındırır. Çünkü aynı basamakları tırmanmak için o ideolojinin içinden geliyorsunuz, bir parti ya da herhangi bir harekette savunduğunuz fikirlerin üstünden o kadın erkek eşitliğine inanan bir ideoloji ise elbette ya da kadın haklarını çok fazla merkezine almış, tam da merkezine almış bir bakış açısı ise elbette öyle bir lider oluyorsunuz. Öyle değil de diğer türlü oluyorsunuz yani bunun başka bir açıklamasının olduğunu düşünmüyorum. Genellemeler yapmak mümkün değil. Çünkü dediğim gibi oldukça.... Ruanda'dan bahsediyorduk; Ruanda'nın meclis başkanı herhalde en saygın kadın liderlerden birisidir ve bütün meclisin çalışmaları, o yüzde 62 gibi dünya rekorunu kıran kadın temsiliyetindeki meclisin başkanından bahsediyorum. Tamamen kadınların ortak temel sorunlarına ,sadece kendi ülkesinde değil, bütün dünyada liderlik yapmaktadır. Kimi aradığımız, gözlerimizin kimi gördüğüyle ilgili.
Ç.A.: Yani şöyle söyleyebilir miyiz? Kadın erkek eşitliğini önceleyen bir kadın lider , siyasi bir kadın lider evet kucaklayıcı olabilir. Ama kadın erkek eşitliğini öncelemeden bir siyasi figür aynı şekilde kucaklayıcı olamaz.
Ş.P.: Evet, çünkü o kadar iyi örnekler de var ki şu anda dünyamızda.
Ç.A.: Bir de genel olarak pandemi döneminde özellikle Birleşmiş Milletler'de ne konuşuluyor, ne tartışılıyor? Ülkeler arasında durum ne? Ülkeler birbirlerine daha mı yaklaşıyor, daha mı uzaklaşıyor? Milliyetçilik daha mı yükseliyor, şovenizm daha mı artıyor, artmıyor mu? Gerçi BM genel sekreteri sık sık açıklamalar yapıyor ama belki sen daha kapsamlı anlatabilirsin şu andaki tartışmaları, siyasi eğilimleri. Belki yeni ekonomik modeller tartışılıyor. Belki kapitalizm tartışılıyor!
Ş.P.: Her şey tartışılıyor, yani covid-19 Pandora'nın kutusunu da açtı elbette. Çok uç noktalarda bambaşka görüşler ortaya çıktı. Mesela uluslararası işbirliğini aksatacak gibi bir görüş de var tamamen ülkeleri içine döndürecek, sınırların kapanmasıyla gözlemlenmiş bir şey bu. Yerel ekonomilere dönüşecek ve akıllı ülkelerin sadece iç kaynaklarına bakarak bundan sonraki yatırımları belirleyeceğine dair. Ben öbür tarafta düşünenlerdenim ve bunun tamamen uluslararası işbirliğinin ne kadar önemli olduğunu bir kere daha gösterdiğini ve küresel bir kriz her şeyden önce adı küresel. Yani işte Yuhan'da bir kişinin ne yediği ile ilgili endişe duyuyorsak, bu zaten küresel bir krizdir. Aşı çalışmalarında birbiriyle yarışan ülkeleri görüyoruz. Bunun, aşının tamamen kamu kaynaklarının bir araya getirilerek devletler tarafından parasız yapılması için işbirliklerini görüyoruz, bir arada yapılan çağrıları görüyoruz. Her gün Dünya Sağlık Örgütünü izleyen bir dünyadan bahsediyoruz, bu uluslararası bir kurum. Dolayısıyla, uluslararası işbirliğinin çok daha zedeleneceğini, artık bir araya gelmelerinin yaşanmayacağını, dayanışmanın, uluslararası kooperasyonun olmayacağını düşünmenin gündemden ve gerçeklerden uzak olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda, elbette farklı ekonomik modellere de bakılıyor ama dediğim gibi bu dönemler , mesela biraz önce kadın liderlerin nasıl olduğundan bahsettik. Covid 19 da en çok konuşulan şeylerden bir tanesi kadın liderlerin efsaneleri tamamen yıkarak , bu dönemde en iyi yöneticiler olduğunu gösterdi. Gene Yeni Zelanda'ya örnek vermek isterim. İzlanda'yı örnek vermek istiyorum. Finlandiya'yı örnek vermek isterim. Bütün bu efsaneleri yıktı. Aynı zamanda bunu çok konuşulduğunu düşünüyorum; kadına karşı şiddet çözümleri için her şeyin hızlandırıldığını, dediğim gibi Kasım'da başlayacak, Birleşik Milletler Genel Sekreteri tarafından çağrı ile başlatılacak 2 senelik çok ciddi bir hem parlamentolar üstünden hem yerel yönetimler, hem düşünce liderleri üstünden gidilecek, çok kollu çok stratejili çok katmanlı bir girişim hemen kapının öbür tarafında bizi bekliyor köşede. Onu başlatıyoruz. Başka dönüşümler elbette, nasyonalizm bazı yerlerde yükselirken, tam tersine çok taraflılık başka bir yerde görülüyor güçleniyor. Çok taraflılık ve uluslararası işbirliğinin bundan kazançlı çıkacağını düşünüyorum. Benim öngörülerim bunu söylüyor ama aynı zamanda yerel yönetimlerin bambaşka yönetim modellerine, çok daha dinamik kendi ekonomilerini döndüren, tarımın çok daha fazla yatırım yapılacağı yeni bir döneme geçiş yaptığımızı düşünüyorum. Ayrıca dönemin getirdiği şeylerden bir tanesi; devletler her ne kadar buna çok açık olmasalar da parlamentolar dahil olmak üzere dijitalleşme başladı. Yani çok hızlı bir şekilde çok uzun zamandır bunun için bir ivme ve itiş vardı ama bu hızlandırılmamıştı, dijital kütüphanelerin birdenbire oluştuğunu görüyoruz. Ne kadar ihtiyaç olduğunu yani dijitalleşme çağına gerçekten şu zamanda geçtik. Çağı yakaladığını da görüyorum birçok aktörün bunun içinde.
Ama yine diyebiliriz ki; Birleşmiş Milletler içerisinde de tek bir kanat, tek bir görüş hakim değil. Öngörüler farklı yönde; kimilerinin öngörüsü şöyle, kimilerinin ki böyle.Yani bir görüş bütünlüğü yok.
Birleşik Milletler devletlerden oluşan bir sistem. Dolayısıyla 193 tane devletin üye olduğu bir sistemde elbette tek bir görüş olamaz. Ama yönetim biçimi olarak, kurumsal olarak elbette bir politika belirlenir ve o takip edilir ama genel kuruldan da anlaşılacağı gibi ya da güvenlik kurulundan da anlaşılacağı gibi devletler bambaşka pozisyonlar alabiliyor. Dolayısıyla tek bir ses olamaz. Yani multilateral yani çok taraflılık dediğimiz şeyin en büyük modeli Birleşmiş Milletlerdir.
Ç.A.: Ben aslında temsilcileri kastettim. Temsilciler arasında böyle yoğun, hararetli bir tartışma ve görüş alışverişi sürmekte ve burada çok farklı fikirler var, öngörüler var.
Ş.P.: Elbette, 21. yüzyıl çalışma biçimleri Birleşik Milletlerin çok değişti tabii. Yani, biz çok ortaklı masalarla birçok şeyi projeksiyona bakıyoruz. Tek başımıza bir kamu sektörü olarak değil. Bunda özel sektörün öncüleri aynı masada yer alıyor. Yani tek başımıza içe dönük bir sistemde karar verilmiyor. Birçok projeksiyon, birçok politika belirlemesi bambaşka aktörleri masaya getirerek, yani çok paydaşlı olmanın değerini yansıtan çalışmalar yapıyoruz. En azından buna inanıyoruz. Dolayısıyla, elbette oradan çok seslilik, çok seslilik İçinden bir uzlaşma yaratabilmek. Bütün bunlar çabamız. Hem özel sektör, hem filantropi aradaki bir sektör, hem de kamu sektöründeki her düşünebileceğiniz her aktör Birleşmiş Milletler'in karar mekanizmalarında yer alıyor.
Ç.A.: Şafak Pavey çok teşekkürler. Bu pandemiyi tanımadan ülke ülke gezmeye devam ediyorsun. Biraz gribal bir durumun var herhalde ama test yaptırmışsındır.
Ş.P.: Evet, test yaptırdım, negatif. Sadece küçük bir grip, mevsimsel grip.
Ç.A.: Çok geçmiş olsun, çok teşekkürler ederim.