top of page

Çiğdem Anad: Bizim Hikayemizden sevgiler. Bizim hikayemizde kadınların hikayesini anlatıyoruz. Kadınlar Hayatın her alanında erkeklerden farksız mücadele ederken bir yandan da erkeklerin şiddetine, tacizine, zihniyetine karşı mücadele ediyorlar. Biz eşit koşullarda kadın erkek bir arada nasıl yaşayacağız, bunu gerçekleştireceğiz, soruyoruz. Bugün de HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan'a soracağız.

 

Ben şöyle söyleyeyim; bir kere Eş Genel Başkan sistemi ile, bir kadın ve bir erkek genel başkanlığı birlikte yürüterek HDP'nin kadın erkek eşitliğini tanıdığınızı en baştan gösteriyorsunuz. Benim merakım tabanınıza ilişkin. Siz bunu Parti'de üst yapıda gösteriyorsunuz. Peki seçmenlerinize baktığımız zaman aynı şekilde kadın erkek eşitliği  için bölgelerinde evlerinde mahallelerinde çalışıyorlar mı? Ne yapıyorlar?

 

Pervin Buldan: Çiğdem Hanım, evet çok önemli bir konu. Aslında eşbaşkanlık meselesi ve kadın eşitliği meselesi yıllarca mücadelesini verdiğimiz bir konu üzerine konuşuyoruz. Biz kadın haklarını, kadınların eşit mücadelesini, kadınların özgürlük mücadelesini gerçekten çok içselleştiren ve bunu siyaset zeminine taşıyan ve bunu uygulayan tek partiyiz. Aslında dünyaya örnek bir partiyiz. Birçok ülke de ben yaptığım temaslarda, görüşmelerde partimizin bu uygulamasını kendilerine örnek almak isteyen birçok parti başkanıyla ya da yöneticisi ile görüştüm. Ancak onlar hala bu meseleyi kendi gündemlerine alamamışlar ve uygulayamamışlar. Biz Türkiye'de bunu yaparken tabii ki sadece genel seçimler, sadece genel merkez ve il ve ilçe örgütlerimiz açısından değil aynı zamanda belediye mekanizmasında da yani belediye eş başkanlarının da da bu mekanizmanın oturtulması için büyük bir çaba sarf ettik ve bunu hayata geçirdik. Şu an itibariyle belediye'de sadece bir başkan yok, belediyelerimizde eş başkanlar var. İl ve ilçe yönetimlerimizde sadece bir baştan yok il başkanı yok, il eş başkanlarımız var, bir kadın, bir erkek bu ilçelerde de öyle beldelerde de öyle genel merkezde de öyle. Fakat siyasi partiler kanunu'nda bir karar alındı ve yani genel merkezlerde eşbaşkanlık sisteminin geçerli olacağı fakat yerel yönetimlerde bunun kabul edilemeyeceği kararlaştırıldı. Dolayısıyla da çıkan kanunda aslında bizim yani ben ve Mithat başkan'ın eşbaşkanlığı kabul ediliyor. Ancak diyelim ki yerel yönetimler de belediye başkanlarımızın, belediye eş başkanlarımızın başkanlıkları ayırt ediliyor ve orada eşbaşkanlık kabul edilmiyor. Şimdi biz seçim dönemlerinde adaylarımızı belirlerken zaten eşbaşkanlık sistemini hayata geçirerek adaylarımızı belirliyoruz. Yani bir ilde ya da bir ilçede seçim çalışması yaparken, insanlardan oy isterken bir kişi için oy istemiyoruz. İki kişi için oy istiyoruz, bir Kadın bir erkek için. Örnek vereyim; Diyarbakır Büyükşehir Belediye seçimlerinde 2 tane adayımız var. Bir kadın, bir Erkek işte Hülya arkadaşımız vardı. Birde Selçuk Mızraklı arkadaşımız vardı. Bu iki kişi büyükşehir belediyesi'nin adayıydı. Eş başkan adaylarına  halkımız oy verirken bunu bilerek oy verdi. Yani tek bir kişiye oy vermedi aslında, eşbaşkanlık sistemini halkımız biliyordu, ve oyunu verirken de hiç tereddüt etmeden gerçekten oyunu verdi ve  bu iki insanı belediye eş başkanı olarak seçti. Şimdi zorluk yaşamıyor muyuz? Elbetteki yaşıyoruz yani birçok il ve ilçede belediye eşbaşkanlıklarında özellikle erkek olan arkadaşlar daha çok ağırlıklı olarak kendilerini Belediye Başkanı olarak görürler. Fakat yanındaki eş başkana bir encümen muamelesi yaparlar. İşte diyelim ki bir araç kullanımı, makam aracında kullanırken daha çok erkek kullanır. Kadın o aracı kullanamaz, kadın eşbaşkan kullanamaz. Bunun zorluklarını gerçekten kendi tabanımızda bu anlamıyla çok yaşıyoruz. Yoksa oy verme konusu, seçme konusu, seçilme konusunda herhangi bir tereddüt yok. Herhangi bir sorun yok. Ancak işleyiş konusunda elbette ki birçok yerde bizde bu sıkıntılarla, sorunlarla karşı karşıya kalabiliyoruz. Ama bizim bir de kadın meclisimiz var. Örneğin kadın meclisimiz genelde yaşanan sorunları yerinde gider, inceler ,  görüşüyor, kadınların beyanını esas alır, sorunları yerinde tespit eder ve buna göre de aslında genel merkezimizde hangi yerde sorun yaşanmışsa, kadın eş başkanlarımız nerede sıkıntı yaşıyorsa buna mutlaka müdahale edilir. Erkek arkadaşımıza da tek başına Belediye Başkanı olmadığı, o kadın arkadaşımızla birlikte bu görevi üstlendiği çok net bir şekilde kendisine aktarılır ve buna göre de çalışma yöntemini belirlemesi gerektiği iletilir. Tabii ki başlarda ilk eşbaşkanlık deneyimimizi uygulamaya geçirdiğimiz dönemlerde bu tür sorunlar çok fazlaydı. Gittikçe bu sorunları da aştığımızı gördük. Şu an itibariyle tabii kısmen bazı yerlerde olsa bile sorunları gidermeye çalışıyoruz diyebilirim.

 

Ç.A.: Aslında burada daha çok zihniyeti kastettim. Siz Parti yapılanmasıyla zaten bu zihniyetinizi erkek egemenliğine karşı tavrınızı ortaya koyuyorsunuz. Bunun tabanıza sirayet etmesi, yani tabanınıza sirayet edebiliyor mu? Sıradan seçmeninize sirayet edebiliyor mu?

 

P.B: Yani öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki Çiğdem Hanım, gerçekten kadının emeğinin sömürüldüğü, kadının bedeninin sömürdüğü ve kadının gerçekten 2. sınıf bir varlık olarak muamele gördüğü bir coğrafyada yaşıyoruz ki en fazla Kürt coğrafyasında bunu yaşıyoruz. Feodal aile yapısı buna bir engel, aşiret yapısı buna bir engel, erkek zihniyetinin işte 5000 yıllık bir dönemden bahsediyorum ve bahsediyoruz ve beşbin yıllık erkek egemen zihniyetinin hala bizim bölgemizde de var olduğunu biliyoruz ve bununla mücadele etmenin de yol ve yöntemlerini elbetteki arıyoruz ve bulmaya çalışıyoruz. Kadın arkadaşlarımız birçok konuda zorlanıyorlar. Örneğin siyaset yapmak için evlerinde eşlerinden izin almak zorunda kalan, erkek çocuğundan bile izin almakta zorlanan kadınlarımız var. Bütün bu konular açısından ifade etmek gerekirse bu zihniyetin hala aşılmadığını söylemek lazım. Bunun için de büyük bir hani vermiş olduğumuz mücadeleyi daha fazla büyütmemiz gerekiyor. Bu mücadeleyi elbetteki HDP olarak çok fazla veriyoruz. Kadın hareketi özellikle Kürt kadın hareketinin Bu anlamda çok önemli çalışmaları var. Ancak bu yeterli değil. Bu zihniyeti değiştirmek için yeterli değil. O yüzden de ben bütün kadın örgütlerinin, kadın hareketlerinin bu anlamda ortak bir zeminde buluşma şartlarının ve koşullarının oluşturulması gerektiğini düşünüyorum. Sadece bir kesimin,Kürt kadın hareketinin yapacağı yada çözeceği bir mesele değil. Bu Türkiye'deki kadın haklarını savunan derneklerin, örgütlerin, hareketlerin, her kesimin aslında ortak üzerinde durup düşüneceği tartışacağı ve ortak mücadele zeminlerini bulup yaratacağı bir şey lazım. Bize bir mücadele alanı lazım. Yoksa bu zihniyet çok fazla değişecek bir zihniyet değil. Bu anlamda herkes zorlanıyor. Çünkü şu an iktidarda olan parti bile yani AKP hükümetinin kadına bakış açısı bu haliyle ortadayken,sadece vitrin amaçlı, yani seçim dönemlerinde işte belli bir sayıda kadını parlamentoya sokan ve karar mekanizmalarında kadına çok fazla yer vermeyen bir partinin anlayışı Türkiye'de olduğu sürece bu mesele siyasi partiler üzerinden değil, daha çok kadın örgütleri üzerinden ve kadınların birlikte vereceği mücadele ile ancak çözülebilir anlayışına sahibim. Yani böyle inanıyorum ben gerçekten. Bu meselenin çözümünde bunların daha fazla etkili olabileceğini düşünüyorum.

 

Ç.A.: Kadın örgütleri çok faal, işbirliği de yapıyorlar. Baktığımız zaman muhafazakar olanlarla olmayanlar bir araya gelebiliyor. Dindar olanlarla  dindar olmayan kadınlar bir araya gelebiliyor. Aynı işbirliğini Türk kadınlar Kürt kadınlar arasında görebiliyor muyuz? Yoksa ayrı ayrı mı çalışıyor Türk ve Kürt kadınlar?  Böyle bir ayrım mı var?

 

P.B: Yani zaman zaman bir araya gelinebiliyor elbette ki. Ben buna çokça tanık oluyorum aslında. Belli platformlar üzerinden yani Kürt kadını Türk kadını muhafazakar kesim, sunni kesim, Alevi kadınları, bütün bunlar zaman zaman bazı konular üzerinde biraraya gelme zeminlerini yaratabiliyorlar. Bence bu her anlamda olmalı yani kadının şiddet gördüğü zamanlarda, kadının baskı altında olduğu zamanlarda, kadının siyasete atılma isteğinde yaşadığı sıkıntılar varsa bu anlamda, işte kadın katliamları Türkiye'nin hiç değişmeyen ve sürekli gündeminde olan bir mesele ve her gün birkaç kadının mutlaka katledildiği bir coğrafyada yaşıyoruz sebebi ne olursa olsun. Dolayısıyla bütün zeminlerde kadınlar zaman zaman bir araya gelme imkanları bulabiliyor. Fakat dediğim gibi bu çok yeterli olmuyor. Örneğin 25 Kasım'lar yani bizler açısından, kadınlar açısından, bizleri biraraya getirecek olan önemli bir tarihtir. Uluslararası kadına şiddetle mücadele günü olarak biliyoruz ve bugün de genelde herkes sokaklarda meydanlarda kadına yönelik şiddeti kınar ve bunun son bulması için çağrılar yapar ama bu günün dışında herkes dağılır, kendi yapısı içerisine döner ve kendi kabuğuna ne yazık ki çekilir. Ben bunun sadece 25 Kasım'la sınırlı kalmaması gerektiğini düşünüyorum. Yani 8 Mart'ta mesela önemli bir gündür. 8 Mart Dünya Emekçi kadınlar gününde de ortak zeminler yakalanıyor, belli platformlar kuruluyor ve bu platformlar üzerinden biraz önce bahsettiğimiz farklı kesimler bir araya gelebiliyor. Ancak bazı konularda da kadınlar ne yazık ki biraraya gelemiyor. Yani bunun zeminini, koşulunu elbetteki yaratmak lazım, bulmak lazım ve bu sorunu bir an önce çözmek lazım diye düşünüyorum. Yoksa kadınların talep ettiği hak hukuk, işte cinsiyet eşitliği, özgürlük meselesi, siyasete girme meselesi önündeki engellerin kaldırılması, bütün bunları eğer biz ortak bir zeminde çözemezsek, buna ortak bir çözüm bulamazsak eğer bu sorunlar yaşanmaya devam eder ve bu da kadınlara büyük bir haksızlık olur. Özellikle HDP açısından söylemek isterim ; Biz HDP olarak, HDP aynı zamanda bir kadın partisidir diyoruz. İşte kendi kadın grubumuz var, ayda bir kadın grubunu yapıyoruz parlamentoda, kadın kurumlarıyla elbetteki görüş alışverişinde bulunuyoruz,ortak zeminlerde çalışıyoruz ancak bu mesele sadece HDP'nin meselesi olmaktan çıkmalıdır, bütün siyasi partiler kendilerine önce şunu demelidir, " Evet biz de birer kadın partisiyiz" O yüzden aday belirleme sürecinden tutalım, karar mekanizmalarına kadar kadınların eşit temsiliyetini hani biz daha önce işte %30 kota oranı ile belirliyorduk daha sonra fermuar sistemine geçtik, eşit temsiliyete geçtik, hala o eşit temsiliyeti biz bile yakalamış değiliz. Yani bu kadar iddialı olan bir parti, bir kadın Partisi hala fermuar sistemini hayata geçirmiş değiliz. Niye? Bir çok sebep var. Bu sebepleri işte belki biraz önce de hani ifade ettim; aşiret, feodal yapılar, erkek egemen zihniyet vs, altında bir çok sebep var ancak biz de bu konuda hala eksiğiz. Yani hala bu meseleyi tam anlamıyla hayata geçirmiş değiliz ama diğer siyasi partiler elbette ki  bizim çok çok arkamızda çok gerimizde. İktidar partisi de böyle, ana muhalefet partisi de böyle, diğer partiler de böyle.  Öncelikle bizi bir örnek alsınlar. Yani şimdiye kadar yaptıklarımız ve söylediklerimiz, bir kadın partisi olma iddiamız, bütün bunlar ortada, o yüzden de diğer partilerin HDP' yi bu anlamda örnek alması gerektiğini düşünüyorum. Ama söylediğim gibi biz de hala bu fermuar sistemini hayata geçirebilmiş değiliz. Umut ediyor ve diliyorum ki bundan sonraki dönem açısından, bundan sonraki süreçlerde, seçim dönemleri başta olmak üzere artık fermuar sistemini hayata geçirmiş bir parti olarak Türkiye toplumunun karşısına çıkabiliriz.

 

Ç.A.: Sizin siyasi çizginiz çok farklı olsa da iyi Parti ile size örnek vermek istiyorum. İki kadın lider var. İyi Parti'nin lideri Meral Akşener. Eşgenel başkan Başkan HDP'de Pervin buldan. Sadece kadın hakları konusunda, çocuk hakları konusunda sizin bir araya gelmeniz, işbirliği yapmanız mümkün olamaz mı?

 

P.B: Olmalı aslında Çiğdem hanım, yani sadece eş Genel Başkan ya da Genel Başkan düzeyinde de değil, biz parlamentoda da aslında diğer siyasi partilerin kadın milletvekillerine de bu çağrıyı çok yapıyoruz. Hiç ayırt etmeden yani o partiden bu partiden milletvekili arkadaşımız gelsin ya da gelmesin demiyoruz. Çağrımızı genelde kadın meselesi ya da çocuk meselesi olduğu zaman bütün siyasi partilere yapıyoruz zaten. Ben şu örneği vermek isterim. Örneğin biz 2011 ya da 2012 yılıydı çok hani yılı hatırlamıyorum ancak bir kavga gerçekleşti genel kurulda ve erkekler birbirleriyle kavga ederken cinsiyetçi kelimeler ve sözcükler kullandılar. Yani kavgaları bile erkeklerin kadınlar üzerinden yapılıyor. Hemen aynı anda ben o zaman grup başkan vekiliydim ve diğer partilerin grup başkan vekillerine şu çağrıyı yaptım. Erkeklerin bizim üzerimizden ve bizi alet ederek işte cinsiyetçi kelimeler kullanarak kavga etmelerinin önüne hep birlikte geçmeliyiz. Gelin bir toplantı alalım ve birlikte bu işi nasıl çözebiliriz, bunun zeminini hep birlikte yaratalım ve buna bir çözüm bulalım çağrısını yapmıştık. O zaman sadece inanın CHP'den birkaç milletvekili kadın milletvekili arkadaşımız bu çağrıya uymuştu, gelmişti. Ancak diğer partilerden ne yazık ki bu anlamda olumlu bir dönüş alamamıştık. Hala aynı noktadayız. Hala erkekler kavga ederken cinsiyetçi sözcükler kullanırlar. Hala kadına yönelik çok yoğun baskı var, şiddet var, katliam var, tecavüz var, taciz var. Dolayısıyla aslında hiç çağrı yapmadan kadınların bu mesele üzerinde yani çok kolay bir şekilde biraraya gelmeleri gerekiyor fakat yok  işte bulundukları partilerin anlayışları, çizgileri ne yazık ki diğer partilerle bir araya gelmeyi önlüyor. Bu çok gerçekten üzücü bir durum. Çünkü kadın meselesi aslında siyasal üstü bir meseledir. Yani bütün meselelerin üstünde olan bir konudur ,çocuk da öyle. O yüzden de yani biraraya gelmenin bu meseleler üzerinden özellikle sadece genel başkanlar düzeyinde değil, parlamentoda milletvekilleri nezdinde de bunun yapılması elbette ki önemlidir. Fakat şu an bu çağrıyı yapma koşulu elbette ki hani çok zor gerçekten yani siyasi konjektür henüz buna çok fazla uygun değil. Bunu söylemek isterim. Bir anayasa yapım çalışması üzerinden bile HDP çok fazla kriminalize edilmek istendi. Yani bir anayasa çalışması Türkiye'nin, Türkiye toplumunun ortak talebi olan bir meselede bile, işte geçmişte biraraya gelinmiş. HDP, iyi Parti, CHP, Saadet Partisi birlikte çalışmışlar meselesi üzerinden bu kadar fazla tantana koparılırken, yapılırken şu an aynı çağrıyı yapmak bizi yine aynı tartışmanın içine sokar. Çok üzgünüm gerçekten yani Hdp'siz bir anayasa nasıl yapılır? Bunu gerçekten sormak isterim Türkiye toplumuna. Türkiye'nin 3. partisini bu meselenin dışında bırakarak, dışında bırakarak böyle bir çalışmayı yapmak zaten eksik bir çalışma olur. Herkesi kapsayan bir mesele olmaz. O yüzden de şu an için en azından böyle bir görüşme çok şey değil. Nasıl söyleyeyim; bunun koşulları çok yok ama elbette ki bu zeminlerin, bu koşulların olması ,oluşması Türkiye açısından önemli bir gelişme olacaktır.

 

Ç.A.: Şimdi bütün partilerin neredeyse sanıyorum, bütün partilerin görüş birliği içerisinde olduğu i̇stanbul sözleşmesi bile şu anda uygulanamıyor. Üstelik İstanbul sözleşmesi'ni imzalayan da şu anda iktidardaki AKP. Buna rağmen uygulama söz konusu olamıyor. Ve burada bir partinin muhalefeti ile karşılaştığı için değil bu sözleşme, daha çok tarikatların tepkisini aldığı için uygulanamıyor. Birkaç gün önce Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kitapçık dağıtılıyor. Bu kitapçık yani sadece bir iki satır söylemek istiyorum. İstanbul Sözleşmesi'nin Milli Güvenlik sorunu haline geldiği ifade ediliyor bu kitapçıkta, Türk milletine doğrultulmuş bir  suikast silahıdır yazıyor. Aile Bakanlığı bile feministlerin bakanlığı olarak görülüyor ve feminizm de sosyal terör olarak nitelendiriliyor. Bir kere bu kitapçığı kim dağıtıyor? Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne  kadar girip milletvekillerinin odalarına kadar tek tek tek tek bu kitapçığı dağıtanlar kimler ve ve nasıl engel olunamıyor veya engel olunmuyor?

 

P.B.: Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne hiç kimse böyle bir kitapçığı dağıtmak için elini kolunu sallayarak giremez. Yani AKP nin onayı olmadan AKP nin bu işin içerisinde olmadan,mecliste bu tür kitapçığın dağıtılması söz konusu olamaz. Bizim odalarımıza da geldi, bizim milletvekili ,kadın milletvekillerimize özellikle sordum ben, odalarına bırakılanlar var elbette ki. Ve bunun ben ağırlıklı olarak aslında AKP'nin desteği ile yapıldığını düşünüyorum. Çünkü Akp yani bu sözleşmenin altına her ne kadar imza atmış olsa bile bu sözleşmeye karşı bir yerde duruyor yani zihniyet olarak karşı, uygulamasını yapmak açısından karşı ve sözleşmeyi feshetme noktasına kadar gelen ve bu anlamda açıklamalar yaptılar biliyorsunuz, hem Cumhurbaşkanı yaptı, hem hükümet yetkilileri yaptı, yine milletvekilleri yaptı. İstanbul Sözleşmesi'nin feshedilmesini gündemine alan bir partiden bahsediyoruz. O yüzden bu kitapçığı dağıtanlarla Akp zihniyetinin aynı olduğunu bir kere söylemekte fayda var. Dolayısıyla ben bu kitapçık tabii çok vahim bir şey yani böyle bir kitapçığın basılması, içeriğinin bu şekilde değiştirilmesi yani İstanbul sözleşmesi tam anlamıyla aslında kadınları koruyan bir yerden, yani kadına yönelik şiddeti, kadına yönelik tecavüzü, kadın katliamlarını engelleyecek bir yerden kurulan bir sözleşme ve bunda Türkiye'nin imzası var ama uygulamaya gelince de aynı uygulamayı ya da bu bu uygulamanın gerçekten tersi şeyler yaptığını görebiliyoruz.

 

Ç.A.: Şimdi bir araya gireyim. Dediniz ki; AKP nin onayı olmadan bu kitapçık dağıtılamaz. Özünde karşı bu sözleşmeye AKP imza atsa da dediniz. Fakat bir yandan da şöyle bakabilir miyiz;  Biliyoruz ki tarikatlar Diyanete baskı uyguladı sözleşmeye karşı ve bunun üzerine de hatta bütün partilere Diyanet bu sözleşmeyi tekrar gözden geçirin diye talepte bulundu. Yani şunu sormak istiyorum, acaba cumhurbaşkanının ya da AKP'nin kontrol edemediği tarikatların bir hakimiyeti mi var?

 

P.B.: Ben çok öyle olduğunu düşünmüyorum. Yani Diyanet de aslında biliyorsunuz öyle çok bağımsız bir kurum değil, saraya bağlı, cumhurbaşkanına bağlı bir kurum artık bunu herkes görüyor ve biliyor. O yüzden ben hani çok böyle düşünmüyorum açıkçası. Tarikatların böyle bir şey yaptığı açık, ortada yani bu kitapçığı basmalarından zaten anlıyoruz. Ancak ben bugün Türkiye'de hiçbir şeyin cumhurbaşkanının bilgisi dışında yapıldığına inanmıyorum. Hiçbir konumum, hiçbir meselenin, alınan kararların, yapılan uygulamaların yani bunu yargı alanından tutalım, sosyal, siyasal anlamda, ekonomik anlamda, her anlamda Türkiye'de bütün yapılan her şeyin sarayla bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Yani artık Türkiye'de hiç kimse sarayın vesayeti altında ya da vesayetinden ayrı düşünülemez. Yani Cumhurbaşkanı tek adam dediğimiz, saraya bağlı ve bütün vesayeti kontrol altına almış, eline geçirmiş bir rejimden bahsediyoruz. Biz sistemden bahsediyoruz, bir oluşumdan bahsediyoruz. O yüzden ben yani Geçmiş dönemde işte farklı yapılanmalar oldu, bunların darbe girişimlerine tanıklık ettik. Ancak o zamanki dönem işte AKP'nin onlarla birlikte hareket ettiğini hepimiz söyledik. Biliyorduk, biliyoruz diyorduk, bir darbe tehlikesi ile karşı karşıya olduğumuzu her zaman ifade ettik. Ancak darbe gerçekleştikten sonra AKP bunun farkına varabildi. Dolayısıyla ben bugün bu bu ve buna benzer oluşumların değil ama cumhurbaşkanının ve sarayın bilgisi dahilinde bu tür meselelerin gündeme geldiğini düşünüyorum ki, İstanbul sözleşmesi ve bu dağıtılan kitapçık da bunun bir örneği bence. O yüzden ben hani açıkçası hiçbir meselenin, hiçbir konunun sarayın dışında, bilgisi dışında gerçekleşmediğini düşünüyorum.

 

Ç.A.: Şimdi bir de cezaevlerinde özellikle çıplak arama yapıldığına dair biliyorsunuz günlerdir tartışma devam ediyor. Bu çıplak aramanın sistematik olarak yapılıp yapılmadığı, keyfi yapılıp yapılmadığı asıl tartışma konusu anladığım kadarıyla. Sizin partinizden de , sayısını herhalde siz bile söyleyemezsiniz, binlerce kişi tutuklu, cezaevinde, aynı şikayetler size geliyor mu? Gerçekten bir sistematik olarak yapılan, keyfi olarak yapılan bir çıplak arama söz konusu mu?

 

P.B.: Yani evet bize gelen bilgiler bunu gösteriyor. Çünkü sadece bir cezaevi ile sınırlı kalan bir mesele değil ve çıplak arama meselesi özellikle kadınların, çocukların ki çok sayıda çocuk da cezaevinde biliyorsunuz. Anneleri ile birlikte giren çocuklar var ve kadınlar özellikle sadece cezaevine girip çıkarken değil, hastaneye götürülürken, getirilirken, işte görüşe çıkarken, görüşten içeriye girerken bu tür meselelerle karşı karşıya çokça geliyorlar ve biz bu anlamda çok sayıda mektup alıyoruz. Bu anlamda çok sayıda bize gerçekten gelen mesajlar var, aileleri aracılığıyla bilgiler iletiliyor. Bizim milletvekili arkadaşımızın Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun son çıplak arama meselesini gündeme getirmesi ile birlikte Türkiye'nin gündemine oturdu yoksa onun öncesinde de aslında kadın milletvekili arkadaşlarımızın çıplak aramaya dair vermiş oldukları soru önergeleri var Adalet Bakanlığı'na yine bu konuda bir araştırma komisyonunun kurulması için arkadaşlarımız genel kurula önergeler indirdiler ancak bunlar AKP'nin oylarıyla reddedilen önergeler. Yani bu konuda siyaseten aslında Hdp ilk defa böyle bir şey yapmıyor daha öncesi de var bunun, geçmişi de var. Bu konu bütün cezaevlerinde yaşanan en büyük ihlallerden bir tanesidir, bir insan hakları ihlalidir çıplak arama, bir suçtur. Dolayısıyla sadece bu hani çıplak arama da değil yani bugün kadınlara işte kadınların kaldığı koğuşlara kameraların yerleştirilmesi örneğin, bir çok cezaevinden bize bu şikayetler geliyor. Mesela sadece çıplak arama ile sınırlı kalan bir mesele değil bu insan hakları ihlalleri. Dolayısıyla banyolarına, kaldıkları hücrelere, odalara kameraların yerleştirildiği kadınlar var. Yine odaları geceyarısı işte baskın düzenlenerek materyallerine el konulan kadın arkadaşlarımız var ve bunun en son örneğini Biz Kandıra Cezaevi'nde gördük. Kandıra'da siyasetçiler var yani böyle Türkiye toplumunun yakından tanıdığı bildiği Gülten Kışanak gibi Sebahat Tuncel gibi birçok arkadaşımızın kaldığı bir cezaevinde gece odalarına baskınlar yapıldı. Yazılı işte not tuttukları defterlere, materyallerine ve bir çok şeylerine el konuldu.

 

Ç.A.: Bu materyaller derken?

 

P.B.: Örneğin yazı yazmak, yazı yazan arkadaşlarımız var. Gazeteye yazı gönderen Gülten Kışanak var örneğin ya da diyelim ki bazı çalışmaları var arkadaşlarımızın. Gülten Kışanak'ın bir film senaryosu var. Yani bu anlamda bir yazı yazdığını biliyoruz. Bütün bunlara el konulmuş, notlarına el konulmuş, mektuplarına el konulmuş, özel eşyalarına el konulmuş. Bütün bunlar başlı başına aslında Türkiye cezaevlerinde yaşanan insan hakları ihlallerinin birer göstergesi, birer parçası ve çıplak arama da bunların en başında geliyor gerçekten. Bir kadın cezaevine ilk girdiği andan itibaren bu uygulama ile karşı karşıya kalabiliyor. içerde uzun yıllar cezaevinde kalan kadınlardan aldığımız bazı bilgiler var. Hastalanıyor, revire gitmek istiyor ya da başka bir cezaevi dışındaki bir hastaneye götürülmek isteniyor, gelirken giderken çıplak aramaya maruz bırakılıyor bu kadınlar. Bütün bunları tartışmak ve bu anlamda gerçekten bir kamuoyu yaratmak elbette ki önemlidir. Bunu şimdi milletvekili arkadaşımızın gündeme getirmesi ile birlikte Türkiye'nin gündemine oturan bir meseledir. Acilen çözülmesi gereken bir meseledir. Kadınlara böyle insanlık dışı bir muamele yapmak hiç kimsenin haddine değildir. Hiç kimse bunu kabul etmez, etmemelidir de. Biz parti olarak bunu kabul etmiyoruz  ve sonuna kadar da bu işin takipçisi olacağımızı özellikle belirtiyoruz. Başta milletvekili arkadaşlarımız olmak üzere cezaevlerine vekillerimizi gönderiyoruz, arkadaşlarımızı gönderiyoruz. Nerede bir hak ihlali varsa,hangi cezaevinde bir sıra dışı bir olay yaşanmışsa mutlaka orada yerinde tespit yapmak üzere arkadaşlarımızı görevlendiriyoruz. Uz ve bu işin takipçisi olmayı bir sorumluluk olarak görüyoruz.

 

Ç.A.: Cezaevi dışına çıkarsak eğer, sınırda yaşanan yıllarca süren savaş, bölgede yaşanan çatışmalar ve cezaevinde şu anda eşleri olan binlerce kadın, onların da   hayatı çok değişti, özellikle  burada bölgedeki Kürt kadınlarından söz etmek istiyorum. Nasıl değişti hayatları,nasıl farklılaştı? Ne yaşıyorlar?

 

P.B.: Ülke çok ağır bedeller ödüyor özellikle sizin de ifade ettiğiniz gibi son dönemlerdeki çatışmalar ve bu çatışmalardan kaynaklı göçler aynı zamanda tutuklamalar ve bütün bunların en büyük mağduru elbette ki kadınlar. Faili meçhul cinayetler buna eklenebilir, yargısız infazlar buna eklenebilir, kayıplar eklenebilir, sürgünler eklenebilir, paramparça olmuş hayatlardan bahsediyoruz. Ve kadınların özellikle Kürt kadınlarının bu anlamda çok büyük bedel ödediğini söylemek isterim. Ben kendimi de örnek verebilirim yani çok büyük bir bedel ödedim, ağır bir bedel ödedim, eşim öldürüldü, iki çocuğumla birlikte bu hayatta kalma mücadelesi verdim, siyasete atıldım. Belki biraz öncülük rolü üstlendim ki benim gibi olan insanlar benim gibi olan kadınlar asla yaşamdan kopmasınlar, hayattan kopmasınlar ve hayatı bir mücadele alanına çevirsinler. Çünkü insanı, geride kalmış insanların, ölen, öldürülen, kaybedilen, cezaevine gönderilen, sürgüne gönderilen insanların geride kalan yakınlarının yaşama bağlanması gerçekten çok önemli bir konu ve bu anlamda bir mücadele zeminini yaratmak önemli yani ben bu mücadelenin içerisinde olmasaydım bugün olur muydun? Bilmiyorum. Gerçekten Bazen düşünüyorum yani iki çocuğumla işte bir çocuğumu aynı gün dünyaya getirdim. Örneğin diğer çocuğum 3 yaşındaydı, bu iki çocukla birlikte bu mücadelenin içerisinde olmasaydım ne yapardım, şu an bile yani düşününce gerçekten sorunun cevabını bulamıyorum. O yüzden ben elbette ki hani Türkiye'de belki hani geçmiş dönemlerde en fazla ölen,, öldürülen cezaevine konulan genel anlamı ile erkeklerdi. Ama bugün kadın bundan bağımsız değil, kadın erkek ayırmaksızın ölen, öldürülen yine işte kadınlar var, cezaevine gönderilen binlerce kadın var. Sürgüne gitmek zorunda kalan, ailesini burada bırakmak zorunda kalan binlerce kadın arkadaşımız var. Örnekleri çok fazla. Siyasetçi arkadaşlarımızı bile buna örnek verebiliriz. Yani milletvekili arkadaşlarımız bile işte cezalarından dolayı cezaevine girmektense, sürgüne gitmeyi tercih eden kadınlar var ve onlar çocuklarını buralarda bırakıp gittiler. Evlerini, yaşamlarını, hayatlarını burada bırakıp gittiler. Bu çok zor bir durum ancak bununla elbette ki mücadele etme zeminleri de var tabii ki. Yani hayatta kalmanın, mücadele etmenin zeminini eğer oluşturabilirsen, bu bedeli biraz daha az ödeyebiliyorsun. Ya da bu yara hani kapanmayacak bir yara elbette ki ama  daha az kanamasına vesile oluyorsun. O yüzden de ben bütün kadınlara özellikle hani Kürt kadınları başta olmak üzere bütün kadınlara şu çağrıyı yapmak isterim; bu hayat acımasız bir hayat evet bunu biliyoruz hele hele Türkiye'de kadın olmak, Türkiye'de siyaset yapmak, Türkiye'de mücadele etmek çok çok zor ama bu mücadeleyi yürütürken, bu mücadeleyi verirken elbetteki çocuklarımızın geleceğini düşünen bir yerden, Türkiye toplumunun geleceğini düşünen bir yerden bakmak zorundayız. Hiç kimsenin bizimle aynı acıyı yaşamasını asla istemeyiz. İstemedik de şimdiye kadar. Yani verdiğimiz mücadele her zaman için hak mücadelesi oldu, adalet mücadelesi oldu ve siyaseten bunları yapmaya çalıştık, bunları yürütmeye çalıştık ama bize bunların geri dönüşü çok ağır oluyor. Örneğin; ben işte inanın şimdiye kadar yaptığım bütün çağrıların içerisinde her zaman için barış kelimesi mutlaka vardır. Barış mücadelesi çok önemli bir mücadeledir ancak yaptığım her açıklamaya bir fezleke ile bana karşılık veriliyor. Bir dava açılıyor, bir soruşturma açılıyor. Hiçbir zaman savaşı ön plana çıkaran bir çağrı yapmadık, ölümleri kutsayan bir çağrı yapmadık. Her zaman için yaşamdan yana olan, barıştan yana olan, demokrasiden yana olan, adaletten yana olan, hak ve hukuktan yana olan çağrılarımız oldu ama bakıyoruz , bu ülkede eline bıçak alan, insan öldüren, katliam yapan insanlar korunurken, kollanırken, bu mücadeleyi veren insanlar farklı bir uygulama ile karşı karşıya kalıyorlar. Bu da tabii ki bizi üzüyor. Ancak verdiğimiz mücadeleden asla geri adım attıramaz, onu da söylemek isterim.

 

Ç.A.: Kız çocukları için özellikle sormak istiyorum. 18 yaşın altında bugün Türkiye'de evlendirilen kız çocuklarının oranı % 32 ve bu şu anda, aslında bunun önü kesilmek istenmiyor. Tam tersine önü açılmak isteniyor. Bu konuda kadın örgütleri buna karşı bir mücadeleyi şu anda sürdürüyorlar. Buna karşı HDP ne yapıyor? Bu oran çok yüksek bir oran.

 

P.B.: Evet bizim özellikle bölgede işte kadın meclisimiz var demiştim zaten. Kadın meclislerimiz aracılığıyla ailelerle bağlarımız çok güçlüdür. Bizler genelde çocukların, kız çocuklarının özellikle okutulması, okula gönderilmesi, erken yaşta evlendirilmemesi, hayatını kazanması, Kendi ayaklarının üzerinde durması, kendi iradesi ile evlenmek istediği zaman ancak bu meseleye evet demesi, evlenmek istediği birisi mutlaka olur kız çocuklarının ama bunun belli bir yaşının olduğunu söyleyen, bunun çalışmasını yapan çok güçlü bir yapımız var. Biz bunu sadece kadın meclisindeki arkadaşlarımız aracılığıyla da değil, il ve ilçe örgütlerimiz aracılığıyla, basın yoluyla, parlamentodaki güçlü duruşumuzla, parlamentodaki kadın milletvekili arkadaşlarımızın verdikleri önergelerle, araştırma komisyonunun kurulması dair verdikleri önergelerle çok sık gündeme getirdiğimiz ama sizin de ifade ettiğiniz gibi bir türlü önüne geçilmeyen bir konu gerçekten erken yaşta evlilik meselesi. Bu konuda bir araştırma komisyonu kurulmasına tabii ki ihtiyaç var. Yani bütün partilerin parlamentodaki bütün partilerin temsiliyetinin olduğu ve herkesin bu meseleye aynı bakış açısıyla yaklaştığı bir komisyona ihtiyaç var ve bu komisyon bölge bölge bu araştırmaları yapmalıdır. Bunun önüne geçmek için ailelerle temas içerisine girmelidir, çocukları bilinçlendirme, kız çocuklarını bilinçlendirme adı altında farklı yapılar, kurumlar mutlaka yaratılmalıdır. Bu nasıl olur, elbette ki iktidarın yapabileceği çok şey var fakat yapmıyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının yapması gereken çok şey var fakat yapmıyor bari siyasi partiler, kendi anlayışıyla kendi mücadeleleriyle en azından bunu yapabilirler. O yüzden de Hdp bunu yapıyor elbette ki ama diğer siyasi partilerin de bu meseleye aynı anlayışla yaklaşması gerektiğini düşünüyorum. Yoksa bu işin çözümü farklı bir şekilde olmaz yani bir bilinç geliştirmeye ve bu bilinci kız çocuklarına yaymaya ama özellikle ailelere yaymaya ihtiyaç var. Çünkü aile baskısı bizim ülkemizde, bizim coğrafyamızda çok fazladır yani kız çocukları ailenin büyük bir baskısı altındadır. Erkek çocuklarının baskısı altındadır, abilerinin babalarının ya da amca çocuklarının baskısı altındadır. Bu baskıdan kız çocuklarının kurtulması için bir örgütlenmeye ihtiyaç var, aileleri bu konuda bilinçlendirmeye ihtiyaç var.

 

Ç.A.: Evet bir yanıyla da sanki konuşmaktan özellikle imtina edilen bir ensest meselesi var. Bu, her zaman biraz sessizce karşılanıyor ve sadece bazı kadın örgütleri bununla ilgili araştırma yapabiliyor. O da çok sınırlı imkânlarla veya tespitlerini söyleyebiliyor. Buna karşı ne yapılabileceğini aslında bütün partilere sormak gerekiyor ama size sorayım.

 

P.B.: Evet, ensest meselesi de yani. Belki çok fazla insanlar bu konuda söz söylemek istemiyorlar. Çünkü aile yapıları çok fazla bunlara müsaade etmiyor. Her türlü olumsuz şeyle karşı karşıya kalabiliyor söylediği andan itibaren. Bunun içerisinde katledilmek de var. öldürülmek de var elbette ki. O yüzden ben bu konuda yine siyasi partilerin başta siyasi partilerin ama kadın örgütlerinin de bu anlamıyla daha sıkı bir çalışma yapması gerektiğini düşünüyorum. Daha sıkı, daha örgütlü yani bütün kadın kurumlarının bu konu üzerinde, sadece bu konuyla biraraya gelmesi gerçekten hem kadınlara, hem bu mesele üzerinden mağdur olmuş i̇nsanlara çok büyük bir cesaret verir. Biz hep şunu söylüyoruz. Yani tacize ve tecavüze nerede uğrarsanız, kim tarafından uğrarsanız uğrayın ama mutlaka çığlık atın. Mutlaka sesiniz çıksın ki, biz size yardımcı olabilelim. Son dönemlerde çok kadın katliamları yaşandı ve bunun bir çoğu zaten işte tecavüzden kaynaklı olduğu, tacizden kaynaklı olduğu kamuoyuna yansıtıldı, bu ailelerle de bizler görüştük. İşte yani kadının kendisini intihar etmesine sürükleyen sebepler nelerdir, kadını ölüme gönderen nedenler nelerdir, bütün bunların altında yani bahsettiğimiz bu gerekçelerin hepsi var. İşte Batman'da ayrıdır, Mardin'de ayrıdır, İstanbul'da ayrıdır, İzmir'de ayrıdır ama gerekçeler, sebepler birbirine benzerdir. O yüzden kadın örgütlerinin çalışması tabii ki bu konuda çok kıymetlidir, çok değerlidir ancak sadece bir kadın örgütünün, bir kadın kurumunun bu meseleyi çözmesi de imkânsızdır. Siyasi partilerin de bu konuda üzerinde büyük bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum. Hepimizin bu konuda büyük bir sorumluluğu vardır. Kızlarımızın, genç kadınlarımızın geleceği açısından bu tür konularla karşı karşıya kalmasını önleyecek yerden siyaset yapmamız gerektiğini belirtmek isterim, bunun zeminleri elbetteki var. Yeter ki biz bu meseleler, konular üzerinden biraraya gelmesini bilelim ve öğrenelim.

 

Ç.A.: Peki şöyle acaba bir kısa olarak özetleyebilir misiniz? Son 20 yıldır AKP iktidarı ile Türkiye'nin siyasi yapısı değişti, toplumsal yapısı değişti, bunu bütün kesimlerde görüyoruz. Özellikle kadınların hayatı son 20 yılda genel olarak soruyorum, özellikle kadınların hayatı, konumu nasıl etkilendi?

 

P.B.: Son 20 yıl, son 18 yıl diyelim. Kadınların bir kere ekonomik anlamda çok büyük sıkıntılar yaşadığını biliyoruz. Siyasal anlamda, sosyal anlamda birçok konuda sıkıntı yaşadığını biliyoruz.

 

Ç.A.: Yani sonra 18 yılda daha mı zorlaştı kadınların her alanda sıkıntısı, sorunları daha mı arttı?

 

P.B.: Şöyle söyleyeyim; yani Hdp bugün olmamış olsaydı yani siyasi arenada Hdp' nin olmadığını düşünelim, HDP diye bir şey yoktu. Sadece mevcut iktidar, mevcut muhalefet partileri vardı. İnanın kadınların bu şu andaki durumunun çok daha kötü olduğunu düşünürdük. Ancak Hdp'nin varlığı ile birlikte, siyasi arenada var olması ile birlikte kadınların yaşamı yüzde seksen, yüzde doksan değişti diyebilirim.

 

Ç.A.: Nasıl?

 

P.B.: Kadını siyasetin içine çeken, kadına güç veren bu anlamda, yani hem mücadele etmesinin bilincini veren, siyasi arenada olması gerektiğinin bilincini veren, karar mekanizmalarında kadının olması gerektiğini söyleyen, kadınların ekonomik anlamda ekonomik özgürlüğü olması gerektiğini ve işe teşvik etmeye çalıştığını bilen, belediyelerimiz aracılığı ile kadınlara istihdam alanları açan bir partiyiz biz.  O yüzden kadınların mevcut durumu eğer biz olmasaydık gerçekten çok kötü bir durumda olacaktı. Ancak bizim varlığımızla birlikte yani kadına bakış açısı, kadının özgürlüğü, kadının eşitliği, kadının yaşam alanı, kadının emeği, kadının bedeni, bütün bunlar üzerinden Hdp önemli, siyaset aracılığı ile kadınlara ulaşma imkanları buldu ve yarattı ve bu anlamıyla kadınlar büyük bir değişim ve dönüşüm içerisinde kendisini gördü. Yoksa ben mevcut iktidarın kadını daha çok eve hapseden, bir aile yapısı içerisinde değerlendiren, bir anneden ibaret olduğunu gören, kadının evde sadece çocuğa bakmakla, eşine bakmakla, kocasına bakmakla hükümlü gören anlayışının hala devam ettiğini görüyoruz. Zaman zaman bunu itiraf ediyorlar, zaman zaman bunu söylüyorlar da, hani yanlışlıkla da olsa itiraf ediyorlar gerçekten, yani kadın dediğiniz şey bir objedir onlara göre, gerektiği yerde kullanılması gereken bir metadır, gerektiği yerde evinde kalması gereken bir tırnak içerisinde söylüyorum bir hizmetçidir, eşine bakma zorunluluğu vardır, çocuğuna bakma zorunluluğu vardır, evin temizliğini yapma zorunluluğu vardır, başka bir şey değildir. Ama biz kadına böyle yaklaşmıyoruz. Biz kadınla erkeğin aynı şartlar altında, aynı koşullar altında hem siyasi alanda, hem toplumsal alanda, her alanda yani yaşamın her alanında kadınla erkeği birbirinden ayırt etmeden, eşit varlıklar olarak gördüğümüzü ve bunun önüne çıkan bütün engelleri kaldırmaya çalıştığımızı özellikle belirtmek isterim ki, Hdp'nin bu anlamda kadınların değişim ve dönüşümdeki rolünün büyük olduğunu söylemek istiyorum.

 

Ç.A: Bir de şöyle acaba hakkında teslim eder misiniz? Muhafazakar kesim içerisinde de zamanında AKP'ye destek vermiş ama şu anda kadın politikaları nedeniyle desteğini çekmiş biz ekip var, bir grup var. Bu ekip, bu kadınlar aynı zamanda diğer siyasi eğilimleri olan kadın gruplarıyla da işbirliği içerisindeler ve bunların da çok etkin olduğu görülüyor. Yani sizin politikalarınız ötesinde sadece bu muhafazakar kesim içersinden ayrılan kadın gruplarını kastetmiyorum ama onları da dahil etmek üzere söylüyorum. Kadın örgütleri çoğaldı, feminist kadınlar, Atatürkçü kadınlar, Kürt kadınlar, Türk kadınlar ortak zeminlerde buluşabilmeye  başladılar.

 

P.B.: Çiğdem hanım, şöyle örnek vereyim. Yani ben Hdp derken, Hdp'yi sadece bir Kürt partisi olarak görmeyin.

 

Ç.A.: Yok, yok, ben de  öyle algılayarak söylemedim.

 

P.B.: Bizim içimizde muhafazakar kesimden insanlar da siyaset yapıyor. Bizim içimizde farklı anlayışa, mezhebe, farklı inanca dayalı çok insan var. Bütün bunlar aracılığıyla biz zaten o kurumlara ulaşıyoruz. Onlarla birlikte siyaset yapıyoruz. Kadınların değişim ve dönüşümünün bu kadar işte yüzde seksen, yüzde doksan dönüştüğüne Hdp'nin katkısı var derken onları ayırt ederek söylemiyorum. Dolayısıyla bütün kadın kurumlarının elbetteki çok kıymetli çalışmaları oldu, olmaya da devam ediyor. Kadınların yaşadığı her soruna çare olmaya çalışan, çözüm bulmaya çalışan bir sürü kurum var. Bunları elbette ki göz ardı etmeden ifade etmeye çalışıyorum. Ancak yaptığımız bütün çalışmalar zaten bu kurumlarla bu gruplarla ortak yapılan bir siyaset anlayışına dayanıyor. Örneğin; içimizde bir milletvekilimiz, feminist çevreyi temsilen Filiz kerestecioğlu var ve Filiz Kerestecioğlu'nun kadınla ilgili parlamento ve parlamento dışı yaptığı binlerce çalışma var inanın. Dolayısıyla bu çalışmaları yaparken feminist kadın kurumları ile ortaklaşarak yapıyor zaten. Kendi başına yapmıyor. Sadece bir Hdp milletvekili olarak yapmıyor. Yani kadın kurumlarından görüşler alıyor. Kadın kurumları ile ortak çalışıyor ve kadın kurumlarının ortak anlayışı üzerinden sorunlara yaklaştığımızı ifade etmeye çalıştım. O yüzden de hani Hdp'nin bu konuda rolü çok büyüktür derken bunu kastetmiştim. Elbetteki muhafazakar kesimin de , feminist kesimin de, diğer farklı grupların da, kurumlarında bu meselede önemli katkıları vardır. Ancak yani Hdp'nin de rolünü, misyonunu ve hakkını da teslim etmek gerekiyor.

 

Ç.A.: Çok teşekkürler ediyoruz. Çok teşekkürler ederim Hdp eş Genel Başkanı Pervin Buldan. Kolay gelsin bugünlerde.

 

P.B: Ben teşekkür ederim, size de iyi yayınlar dilerim. Size de tekrardan başarılar diliyorum. Kolaylıklar, sevgiler.

  • YouTube
  • Instagram
  • Twitter
  • Facebook
bottom of page