top of page

ÇİGDEM ANAD ;Bizim Hikayemiz den sevgiler selamlar. Bizim hikayemizde kadınların hikayesini anlatacağız . kadınlar hayatın her alanında erkeklerden farksız mücadele ederken bir yandan da erkeklerin şiddetine tacizine ,erkeklerin zihniyetine karşı mücadele ediyorlar. Bu hayatı kadınlarla erkekler eşit koşullarda nasıl yaşayacağız? Türkiye'de toplumsal yapı değişirken bu değişim kadınların hayatını nasıl etkiliyor, konuşacağız. Konuklarımız Profesör dr. Şengül Hablemitoğlu ve  sanatçı Belçim Bilgin. Belki diyebilirsiniz ki; bu iki kadın neden yan yana geliyor? Ben hemen cevabını vereyim.Kimliklerimiz ne olursa olsun, mesleklerimiz ne olursa olsun, bütün kadınlar bir araya gelmeliyiz, paylaşmalıyız derim. Herhalde buna katılırsınız değil mi? 

 

BELÇİM BİLGİN; Kesinlikle katılırız. Bizien güçlü paydada bir araya getiren şey aslında kadın olmak. İnşallah buna ihtiyacımız olmayan bir dünya olur gelecekte.  

 

ÇİĞDEM ANAD; Profesör Şengül hablemitoğlu yıllarca kadın çalışmaları yaptı. Tezler yazdı. Ankara Enstitüsünü kurdu, öğretim üyeliğine devam ediyor. Yazar, köşe yazarı aynı zamanda ve hem yas üzerine çalışıyor, hem de aile danışmanlığı yapıyor. Şimdi aile danışmanlığından söze girsek diyorum. Şöyle girsek; kadınlarla erkekler arasındaki sorunları en çok dinleyen kişilerden biri sizsiniz. Çiftler size geliyorlar ve aslında sizden bir uzlaşma rica ediyorlar. 

 

ŞENGÜL HABLEMİTOĞLU; Aslında uzlaşma rica etmiyorlar, Çigdem hanım,özür dilerim. 

 

ÇİGDEM ANAD; ne istiyorlar? 

 

ŞENGÜL HABLEMİTOĞLU; şöyle,  uzlaşma istemiyorlar. Haklılıklarını onaylamamı  bekliyorlar? Bu çok ciddi bir sorun, onu söyleyeyim. Neden? Çünkü ilişkide özellikle aile kuran, karı koca olan kadın ve erkeğin ilişkisinde, her iki taraf da hep haklı, birbirlerine karşı haklı olduklarını iddia ediyorlar ama bunun bir başkası tarafından onaylanmasını ve bunun deklare edilmesini bekliyorlar. Aslında başlangıçta gelme nedenleri bu olurken, ilerleyen süreçte gerçekler biraz su yüzüne çıkmaya başladığında ilişkiye dair, ya rahatlıyorlar ya da bunun tam tersine ayrılmayı da istemiyorlar. Bir de böyle bir durum var. Enteresan şeylerle karşılaşıyorum ben ama tabii burada çok da detaya girmek istemem. Biraz da olup bitenin mahrem kalması da gerekiyor bizim yaptığımız işte. Ama şunu söyleyebilirim; bir tanesi gerçekten onaylanmayı bekleyerek, haklı olduklarını duymak isteyerek geliyorlar. Bir başka neden de şu; elimizde bir sihirli değnek olduğunu düşünüyorlar, yıllarca sürmüş, 20 yılı, 30 yılı aşmış ve kangren olmuş, sorunların kangren olduğu bir ilişkiyi o sihirli değnek de bir kez dokunarak, sizin çözmenizi bekliyorlar sizden. Bu böyle olmuyor tabii, gerçek böyle değil. Benim yaptığım şey şu; kişisel olarak da söyleyeyim. Benim yaptığım işi yapanların hemen hepsi aynı şeyi yapıyor. Tabii ki bir , muazzam bir müdahale  etme şansımız yok çünkü yaptığımız, işte  kendi kaderini tayin hakkı diye bir etik ilkeyi benimseyerek uygulamak zorundayız ve orada seçenekleri ancak gösterebiliyoruz. İlişkiye ayna tutabiliyoruz ve seçim yapmak yine çiftlere kalıyor tamamen, özetle bunları söyleyebilirim. 

 

ÇİGDEM ANAD; Tabii ki sizin görüşmeleriniz, aile danışmanlığı seanslarında yaptığınız görüşmeler tabii ki özel. Kimsenin özeline elbette ki biz de girmek istemiyoruz ancak genelleştirdiğimiz zaman, çiftler arasındaki sorunları kategorize ederseniz, nasıl sıralarsınız? 

 

ŞENGÜL HABLEMİTOĞLU; Öncelikle şöyle söyleyelim, rollere dair sorun var yani kadın ve erkek olmaya dair roller toplumsal rollere dair sorun var. Özellikle modern seküler aile yapısında muhafazakar , bilindik, öğrenilmişliği olan rollerle , güncel modern yaşamın çiftlerin önüne koyduğu roller de müthiş bir çatışma var . Burada özellikle bir de şu var tabii , cinsiyet eşitliğine dair erkeğin de vazgeçemediği bir ayrıcalık var. Modern yaşam eşitliği ne kadar da dayatsa da çiftlere, önüne koysa da bir seçenek olarak, böyle söyleyelim, dayatmaktan çok ,Çünkü bu daha çok kadın tarafından talep edilen bir ihtiyaç olarak görünüyor. Bunu ne kadar önüne koysa da yaşam, erkeğin o öğrendiği, sahip olduğu güçten kolay kolay vazgeçmemesi nedeniyle, rollerde çatışmayı gözlemliyoruz. Şöyle bir şeye de girelim istersiniz; Türkiye'nin son 20 yılına damgasını vuran muhafazakar iktidarın tahakkümle kurduğu ilişki topluma tahakkümle kurduğu ilişki aileden bağımsız değil. Aile bundan uzak duramıyor. Çiftlerin bundan korunmaları mümkün değil dolayısıyla bu ilişkinin birey üzerindeki tahakküm ilişkisinin kurumsallaştığı yer oluyor aile ya da çift ilişkisi. Bu şekilde kurumsallaşıyor ve en kolay orada kurumsallaşıyor. Ve eğer siz bu tahakküm ilişkisini kadın ve erkek arasında bu şekilde kurumsallaştırırsanız o zaman görünmezleşmesini de sağlıyorsunuz. Bir sorun olarak algılanmasını da engellemiş oluyorsunuz. Diyorsunuz ki; ee aile ilişkisi böyle yürür. Dolayısıyla bunu bu şekilde ifade edemeyen çiftler sizin karşınıza çatışmalarla geliyorlar. En çok çatışmanın yaşandığı konular da yazık ki kök ailelere dayanıyor yani her iki tarafın da, kadın ve erkeğin kendi ailelerinden getirdikleri sorunlar o ailenin içinde, yeni kurulan ailenin içinde önlerine çıkıyor. Toplumun kadına ve erkeğe bakışından kaynaklanan, cinsiyetin sosyalleşmesinden kaynaklanan sorunlar ailenin içine giriyor ve yazık ki  tabii ki bütün bunların üstünde, bütün bunları şekillendiren para ilişkisi kadın ve erkeğin en önemli çatışma konularından biri oluyor yazık ki. Dolayısıyla da, bütün bunları net biçimde ifade etmeyen çiftler başka bahaneler üzerinden bu çatışmaları ifade etmeye kalkıyorlar. Farkındalığı olsa da İnsanlar bunları dile getirmek istemiyorlar. Çiğdem hanım, çok ilginç öyle şeylere tanıklık ediyorum ki ben, bazen şu soruyu soruyorum. Mutlu olmak mı istiyorsunuz? Gelirinizi kaybetmeden bir kadın olarak ya da bir erkek olarak çünkü erkeklerin de ailede kalma nedenleri arasında ekonomik koşullar var. Bunu da kabul edelim ve bu her sosyoekonomik düzeyi için geçerli. Düşük sosyoekonomik düzeyde kadınlar işgücü piyasasının eşitsiz ilişkileri nedeniyle ayrılmıyorlar,evlerini terk etmiyorlar, aileyi dağıtıyorlar ya da eşleriyle sorunlarını çözemiyorlar. Yüksek sosyoekonomik düzeyde de yine para geliyor, çiftlerin ilişkisinin tam da ortasına yerleşiyor. Yazık ki böyle bir şey var. Dolayısıyla şu üçgenden söz etmezsek çiftler arasındaki ilişkiyi çok iyi algılayamayız. Devlet, ekonomi ve din. Bizim toplumumuzda kadın ve erkek ilişkisini şekillendiren en önemli faktörler bunlar.

 

 ÇİGDEM ANAD; Devlet, ekonomi ve din diyorsunuz. Ekonominin nasıl şekillendirdiğini söylediniz. Çok önemli bir etken dediniz. Muhafazakar yapının, devlet yapısının önemli bir etken olduğunu söylediniz. Din nasıl şekillendiriyor? 

 

ŞENGÜL HABLEMİTOĞLU; Rolleri etkiliyor. Kalıp yargılar var. Toplumsal kalıp yargıları dinle güçlendiriyorsunuz. Dinin gücüyle bunun sürdürülmesini sağlıyorsunuz ve tüm bunları bir politikaya kurumsal deklare edebilen bir yapıyla, şimdi açıkça söyleyebilirim değil mi,  İzin verirseniz! Diyanet gibi bir kurumunuz varsa sizin ülkenizde, sosyal politikaları kuran, bir arayüz olarak kuran, ben bunu her yerde söylüyorum: Bir teknolojik arayüz gibi düşünelim, en yüksek bütçesiyle bütün diğer sosyal yaşam ve ekonomik yaşamla ilgili bakanlıkların politikalarının kurucusu ve topluma tavsiye eden konumuyla ailenin yaşamını biçimlendiren bir etkisi var. Ve bunu devlet eliyle yapıyorsunuz. Dolayısıyla son yirmi yılda kadınlara ve erkeklere şunu söylüyorsunuz. Kadının rolü ailenin sınırları içinde, aile içinde kalarak tanımlanmalı; Çünkü biz aileci bir iktidarız ve aileyi güçlendirmeyi milli ve dini aileyi kurumsallaştırmayı biz görev edindik diyorsunuz. Çünkü, eğer o üçgeni bunu yapmazsanız, o üçgeni sürdüremezsiniz. O üçgende toplumu şekillendirmeye devam edemezsiniz. Bu tam da bir iktidar ve tahakküm ilişkisinin bir başka şekli, sürdürmenin bir başka şekli oluyor.

 

ÇİGDEM ANAD; Kadınlarla erkekler arasındaki temel sorunları, kimlik çatışmalarını, aile içerisinde şu anda, bu genç nesilde , seni de genç nesile dahil edebiliriz, çatışmaları sen nasıl sıralarsın?

 

BELÇİM BİLGİN; Aslında bir sürü yönü olduğu; biyolojik sosyolojik psikolojik bir sürü açıdan değerlendirilebilecek bir şey bu. Aslında Şengül hocamızın söylediği gibi dinin etkisi, siyasal yapılanmanın etkisi kadınların toplumdaki yerini belirleyen bir şey. Özellikle muhafazakar toplum yapısında kadına biçilen görevin dışına çıkılması istenilmiyordu. Oraya sıkıştırılmış bir durum var ve açıkçası son 20 yıldan bahsederken, bir yandan da dünyadaki teknolojik inovasyonların etkisiyle insanlıktaki uyanışın kadındaki yansımasıyla daha başka bir farkındalık. Başka bir sorgulama süreci ile başlayan o durum erkekler ve kadınlar arasındaki çatışmayı biraz daha kesinleştirdi gibi geliyor bana. Çünkü artık eskisi gibi ona sunulanla sessizce, sunulanla kadersel bir şekilde bağ kuran değil, bunu sorgulayan başka hayatların, başta biçimlerin de var olduğunu bilen kadınlar var. Bu anlamda da tabii ki bütün sivil toplum örgütlerinin varlığı, STK ların varlığı en büyük güvencesi Türkiye'de kadınların. Çünkü en çok seslerini duyurabildikleri  ve kendilerini yalnız hissetmedikleri yer orası oluyor. Toplumda genel bir farkındalık olmadığı sürece bu çatışma çok daha ayrıksı ve büyüyen bir yere doğru gidiyor maalesef. 

 

ÇİGDEM ANAD; Bu söylediğini biraz daha genişletmek gerekiyor belki. Önemli. Türkiye'de muhafazakar bir düzen olmasına rağmen özellikle son 18 yılda daha otoriter bir sistem olmasına rağmen, muhafazakar bir iktidar olmasına rağmen kadınların seslerinin özellikle son yıllarda. Bunu, kadınların boğazına kadar geldi diye de açıklanabilir ama bir yanıyla sen açıklarken diyorsun ki, teknolojinin varlığı, teknoloji ile daha fazla yakınlaşmamız...

 

BELÇİM BİLGİN; Bir yandan hepimizi, bütün bu globalizm çerçevesinde düşünülünce , aslında bizim hepimizin bir internet düzlemi oluştu ve artık her türlü bilgiye, her türlü şeye hızlıca ulaşım sağlanabiliyor. Eskiden bizi mahkum ettikleri şeyin çok daha ötesindeyiz artık, ulaşabildiğimiz ağlar onların bizi sınırlandırdığından daha fazla. Bununla birlikte bir yandan da Türkiye çok, Türkiye toplumu çok muhafazakar bir hükümetle birlikte yaşıyor. Bütün bu inovasyonların, dünyadaki değişim rüzgarının yanında. Sanki şey gibi geliyor bana; kadınlar bu değişim rüzgarından nasiplerini almak için çok hevesliler ve ona ulaşmaya çalışırlarken, eski düzen eski örüntü bütün gücüyle her şeyi eskiye çekmeye çalışıyor. Daha önce imzaladığımız bir sözleşme de ileriye doğru bir adım attığımızı düşünürken şimdi bugün 2020'de bu sözleşmenin geçerliliğini, gücünün azaltılmasını tartışıyoruz gibi. Dolayısıyla bizi oraya mahkum etmeye çalışıyorlar ama sanki biz artık orada kalmayacağız. Yani biraz da bütün son yapılan protestolarda kadınların kendine motto, manifesto aldıkları bütün cümlelerde de bunun şeyleri var, kırıntıları var bu anlamda sanki. 

 

ÇİGDEM ANAD; Evet , bu çatışmayı sizde gözlemliyor musunuz? Muhafazakar iktidara rağmen Şengül hablemitoğlu, muhafazakar iktidara rağmen, baskıcı iktidara rağmen bir tepki olarak kadınların tepkisi daha mı yükseliyor?

 

ŞENGÜL HABLEMİTOĞLU; Şimdi, Belçim Bilgin çok önemli bir noktaya değildi. Artık kadınların itirazı var. Bir kere bunun altını çizerim ve şunu özellikle söyleyelim. Engellenemeyecek ve tek bir birleştirici hareket hem dünyada hem de Türkiye'de kadın hareketi, bunu kabul etmemiz gerekiyor. Güçlü mü? görece güçlü olduğu taraflar var, zayıf olduğu yerler var. Ancak bunu dünyadaki bütün iktidarlar, hem de ataerkil sistemin aktörleri ve patriyarka aktörleri görüyorlar. Zaten bizim toplumda da muhafazakar kesimin kanaat önderi olarak ortaya çıkan kişilerin, insanların söylemlerinden de bunun görüldüğünü çok rahat anlayabildiğimizi düşünüyorum. O yüzden kadınların bir araya gelmelerini 8 Mart 'larda , 25 Kasım'lar da. O yüzden o kadar büyük bir devlet müdahalesi ile biz karşılaşıyoruz. Bunu kabul etmemiz lazım. Çünkü, şöyle bir şey var, o toplanmalardaki pankartlarda. " İdare edemem anne" yazıyorlar. Bu bir aslında değişme ve dönüşmenin manifestosunun başlığı bence. En net başlık bu. Kadınların direndiğini, taleplerinin olduğunu söylüyorlar ( bu pankartlar) ve bu durdurulamaz bir şey. Bunu gören bir iktidar var, ve  bakın bu hareketi kırmak için her şey yapılıyor. Bunlardan bir tanesi çok önemli bence, kadın sivil toplum örgütlerinin alternatifleri oluşturuldu Türkiye'de. Bunlara gongo deniyor, hükümet destekli kadın kuruluşları var ve Cumhurbaşkanı'nın ailesi yönetiminde olduğu bir kadın STK var, Kadem gibi bir kuruluş var Türkiye'de ve alternatif toplumsal cinsiyet eşitliğine alternatif kadın politikalarının üretilmesine ve toplumda dillendirilmesine çalışılıyor. Ve şu kavramın yerine yeni bir kavram üretildi Türkiye'de;  "Toplumsal cinsiyet eşitliği fıtrata aykırıdır." Çünkü  cinsiyetin toplumsallaşmasına karşı bir şey var. Muhafazakar yapı cinsiyetin toplumsallaşmasına karşı . O zaman biyolojik olarak söylediğimiz kadın ve erkeğin dışındaki rolleri red ediyorsunuz ve bunu meşrulaştırmanız kolaylaşıyor ve şunu söylüyorsunuz; " toplumsal cinsiyet adaleti". Ancak eşitliğin olmadığı yerde adaletten söz etmemize imkan yok. Dolayısıyla bütün dünyada da bizim ülkemizde de bunun altını çok kalın çizelim ve bizi izleyen herkese bunu defalarca her yerde de söylememiz gerekiyor. Engellenemeyecek tek birleştirici hareket, Hem Türkiye'de hem dünyada Kadın hareketidir. Kadının; devlet , ekonomi, din üçgeninde kadının sahipliğini sürdürebilmek için iktidarlar bütün dünyada aynı şeyi yapıyorlar. Biz de az önce bahsettik; çiftler arasındaki sorunların en önemli nedenleri ekonomi, din, devlet dedik. Bu bütün dünyada böyle bakın. Biz de bir nafaka lobisi çıktı. Amerika'da var benzeri bir lobi. Dolayısıyla; muhafazakârlık evrensel bir şey. Muhafazakarlığın evrensel ilkeleri, kuralları her yerde geçerli. Bu dinden bağımsız bir şey. Irktan,  milliyetten bağımsız bir şey, muhafazakârlık her yerde aynı yolu izliyor ve maalesef kadın ve aile üzerinden tahakkümün sürdürülmesi için de bir birikime sahip. Muhafazakârlığın böyle bir birikimi var. Bunu özellikle söyleyeyim. 

 

ÇİGDEM ANAD| ; Şimdi ne kadar doğru olur Belçim bilmiyorum ama sen neticede kısmen muhafazakar bir aileden kökenden geldin diyebiliriz. Birinin torunu olmak, kızı olmak, eşi olmak bir kadına farklı yükler getiriyor. Toplumda tanınan bir insanın ailesinden gelmek, örneğin sen Şeyh Said'in torunusun. Onun torunu olmak toplumda mutlaka karşına çıktı defalarca. Bu yükleri nasıl ardında bıraktın? Bütün bunlardan uzaklaşıp da, "ben belçimin, benim bir kimliğim var, ismim var, mesleğim var. Ailem böyle ama ben farklı biriyim, farklı bir kadınım" nasıl diyebildin? 

 

BELÇİM BİLGİN; Açıkçası doğma büyüme Ankaralı olmama ragmen, dediğin gibi o aile bilinci ve hikayenin bütün ayrıntılarıyla bir şeyin içine doğduk. Zaten ilk gözümüzü açtığımız yer bütün dünya ile ilgili perspektifimizi oluşturan yer oluyor ve seçme şansımızın olmadığı, birinci bir hayatla buluşma anı. Aslında  bütün bu dediğin her şeyden, aslında kadın olmaktan bile sadece bir ruh olarak var olduğunu idrak etme yeri benim için 30 yıllık bir serüven oldu. Buna rağmen yani evet, dediğin o muhafazakar özellikleri olsa da çok da aydın bir yerde duran, kendini aydın bir yerde tutan bir ailenin kızıyım. O bir şekilde, o muhafazakar yapının içinde kendini dışarıda tutan bir ailenin kızıydım. Bunun tabii ki şansı oldu. Bu anlamda kendimi yaratırken, önüme çok fazla engel çıkmadı. Engel iç çemberden çıkmadı en azından, daha genişledikçe garip garip şeyler çıktı. Bütün üzerimdeki kabuklardan sıyrılıp, aslında ben de varım ve kadınım ve Belçim'im ama onun da dışında , ben de varım. Bu ruhun buraya gelme sebebi  neydi diye kendime sorduğum zaman 30 yaştı. Yani önce ailenin işte sana  gelen, bütün toplumun tabuları, ailenin, dinin,  ailenin bütün kurallarının sana çizdiği sınırlar, "bunu yaparsan bizim ailede çok korkunç karşılanır" denilen yerlerle tek tek yüzleşmeler. Çünkü bana ne denilirse, denilsin, hepsinin üzerine gittim. Hepsinin üzerine ama sevgiyle gittim, isyanla gitmedim. Her zaman yani bir şekilde onların da , çünkü onların da nedensellik lerini göz önünde bulundurarak , onların da bana bunları söylerken, neden söylediğini hep ayrıştırarak onları algıladım. Yargılamadım. Sanki onların huyuna gidiyormuş gibi kendime böyle bir yöntem belirledim. Bunu belirlemek için de, bunu bir farkındalıkla yapmadım. Doğam gereği öyle oldu. O yüzden ailenin içinde çok ciddi çatışmalar yaşamasam da ilginç bir şekilde ailenin kanatlarından, geniş etki alanındaki insanlardan çok garip tepkiler aldım zaman içerisinde. Bazen çıkan bir yalan haberle garip garip tehditler, bazen başka bir şeyi düşünüp yargılamalar. O zaman aslında benim kimlik sorunum, sorunsallığımla yüzleşmem başladı. Yani sadece kadın olarak değil. Bir de Kürt kimliğiyle. Ben aslında kendimi bir Türkiyeli olarak tanımlarken ,Türkçe konuşarak ilişki kurarken bütün dostlarımla, bir şekilde benim karşıma Kürt kimliğim başka bir şey gibi, kambur gibi çıkartıldı ve her seferinde onunla savaşmam gerekti. Yani, kendi seçmediğim bir sürü kimliğimle, dış kabuğumla ben mücadele vererek onlarla barışmak bir hikaye ve onları kendi içinde sindirerek, asıl ruhun yolculuğu ya bu, bunların hepsi de aslında birazcık, birazcık teferruat. Kendi ruhuma ulaşmam 30 yaş  ve Londra, her şeyden sıyrılıp kendimi soyutladığım bir yerde, kendime dönük yolculuğumun asıl başladığı yer oldu aslında. Ama ondan öncesi hep kavga, kavga derken bunun şiddet içerikli bir kavga değil, hayatla kavga, bir şekilde koşturma ve kabul ettirme ile geçmiş. Bunu da bir durup, her şeyden sıyrılınca idrak edebildim Londra'da. Londra'nın bana böyle bir hediyesi oldu bu anlamda, galiba bu mücadele de  tam anlamıyla hiç bitmeyecek, öyle hissediyorum. Çünkü o önyargılar herhangi bir sebepten sürekli karşına çıkıyor ve kadın olarak aldığın ön yargılar en kabul edilemez olanlar oluyor. Çünkü bu toplum, bize azınlık muamelesi yapmaları akıl dışı. bir şey.  Yani bizi bir yere mahkum etmeye çalışmaları. Aslında sanki önümüze büyük engeller konularak, alacağımız gelişimin, dünyanın da gelişiminin, toplumun da gelişiminin önüne büyük engeller koyuyorlar. Yani gerçekten merak ediyorum. Dünyayı kadınların yönettiği, şu anda dünyanın bir sürü noktasında garip ve çarpık yönetimler var ve bu kadınların elinde olsaydı; New Zelanda gibi Finlandiya gibi oralardaki oluşumları ve kadın etkilerini görüyoruz. Daha eşitlikçi, daha herkese saygı duyan toplumlar da mümkün. O zaman başka bir dünya olur muydu diye düşünüyorum. Benim kendi yolumda o savaş son gaz devam ediyor. 

 

ÇİGDEM ANAD; Tabii bir de şunu da eklemek lazım. Yine seni bir prototip olarak görüp soruyorum; birinin eşi olmak, Eğer eşiniz ki, senin eski eşin Yılmaz Erdoğan'dı. Sen sayısını bilmiyorum o kadar çok sinema filminde rol aldın, o kadar çok tiyatro oyununda rol aldın ama bir de sana şu kişinin eşisin deniliyor. Sana da deniliyor, yine eşi daha ön planda olan, toplumsal olara ismi, cismi bilinen, daha ön planda olan kadınlar için de deniyor. Sen şunun eşisin. Bir de kadın ayrıca birinin eşi olmakla da bir mücadele veriyor. Evet,  "onun eşiyim ama ben, onun eşiyim ama ben" Bu da zor.

 

BELÇİM BİLGİN; demin o da geldi aklıma ama söylemek istemedim. Çünkü  hani her seferinde bir şekilde, orası da hep önüme çıktı ya, tam o dediğimiz sebepten dolayı. Ben de söyleyip, altını çizmek istemedim ama galiba toplumda şöyle bir refleks oluşuyor. Bir yere kategorize edince, birine maledince rahatlıyorsun. yani orada aslında, o da Yılmaz'ın eşi oluyor, o da bilmem kimin eşi oluyor ama o kişinin kim olduğuna dair önyargılardan,örümcekleşmiş bir bakış açısından söz etmek elbette ki gerekli ama onun da ötesinde o insanın kafasında o işi basitleştiren ve seni yok görmezden gelen bir refleks var sanki. Bu anlamdaki şey benim için kariyerde en çok savaşman gereken durum oldu. Çünkü bizim bir de kariyerimizi, her hangi bir meslek hayatı gibi görmüyoruz. Hayatımız, bir yaşama biçimi gibi. Felsefemizi, düşünce sistemimizin üzerine kurduğumuz bir meslek bu. Hayata bir bakış açısı geliştiriyoruz bu meslekle. Orada karşıma çıkınca,ben gerçekten orada garip bir şekilde yetersizlik hissi önce geliyor. Önce gerçekten sen de toplumun önyargısının etkisi altında kalıyorsun. Oralardan sıyrılıp, en gerçek özünle yüzleşmen, yine benim için Londra oldu mesela. Her şeyden sıyrılıp, bütün etkilerden, beni hiç kimsenin tanımadığı bir ülkedeydim. Hayat bana bu fırsatı vermeseydi, belki 30 yaşında, ben kimim sorusunu kendime bu kadar net sorabilecek alanım olmayacaktı. Çünkü, o yaftalama, sonra  bir de annelik de var açıkçası. Onun bir adım sonrasında da , işte annesin, birinin kızısın, birinin karısısın ama ben kimim? Kimse bana niye bu soruyu hiç sormuyor. Ben de kendime sormuyorum, beni uyuşturdunuz ve sormamamı sağladınız, dediğimde bir uyanma şeyi getirdi. Ama onun da üstünde bir yer varmış. Aslında biz varoluşumuzu birileriyle tanımlayarak yaşamıyoruz. Biz sadece varız . Ben oyunculuğumu da birilerine bir şeyler ispatlamak için yaşamıyorum. Çünkü o da benim bir varoluş biçimim, sanat yapmak, anlatmak bunu bir kişiye de yapsam, çok büyük kitlelere de yapsam.... Elbette ki ister ki gönül çok büyük insanlarla buluşabilirim ama onun da ötesinde sadece varolma kısmına çektiğim zaman rahatladım. O zaman kendi özümle barıştım, kimseye ispatlamak gerekmediğiyle barıştım. Sadece var olma ve var olmanın bir koşulu olarak oyunculuğu yapma ile barıştığım zaman özgürleştim, çok ciddi bir özgürleşme oldu bu benim için. Yani aslında birazcık daha takmamak. O da bir lüks, bunun içinde hayatında bazı lükslerin olması lazım tabii ki. Ekonomik açıdan, sosyal açıdan senin kendine kurduğun, güvencelerin olduğu zaman ancak bu yolculuğa böyle çıkabiliyorsun tabii, bunun da parantezini açmak lazım. Şanslıyım bu anlamda ama bir yandan bir gelişmiş  ülke vatandaşına baktığın zaman, onların  16 yaşında belki sordukları soruları, ben kendi kendi hikayemde, ülkemiz açısından böyle bir genelleme yapmak istemem, çünkü garip bir sentezim bu anlamda, ben kendi hikayemde 30 yaşımda yaptım.

 

ÇİGDEM ANAD; Aslında garip bir sentez değilsin, böyle milyonlarca var. İyi bir sentezsin, yani mezhep aidiyetleri, hatta aşiret, cemaat aidiyetleri veya birinin kızı olmak, birinin eşi olmak bu aidiyetler üzerinden kendisine tanımlamak zorunda kalan çok kadın var ve bunlarla Şengül hocam nasıl baş ediyor kadınlar? 

 

ŞENGÜL HABLEMİTOĞLU ; şimdi bununla uğraşanlardan biri de benim yani Belçim Bilgin başka şeylerle uğraşmış. Ben başka şeylerle uğraştım. 17 yılı tamamlamış durumdayım. Hayatımda olmayan, kaybettiğin bir adamın eşiyim ben hala, öyle tanımlanıyorum ben de. 

 

ÇİGDEM ANAD; ama bilgilendirmek lazım. Sizin eşiniz Necip hablemitoğlu'ydu. Bir suikastla öldürüldü. 

 

ŞENGÜL HABLEMİTOĞLU; suikastla öldürüldü. Şununla o kadar çok karşılaşıyorum ki, bunu özellikle söylüyorum. Çünkü buradan bir şeye geçmek istiyorum. Benim iki kızım var? 28 ve 29 yaşındalar. Muazzam genç kadınlar ve onları da bu tanımlamanın içine itmeye çalışan bir toplumda yaşıyoruz biz. Aaa böyle bir babanın kızı, bak böyle bir adamın eşisin. Nasıl böyle konuşursun? Kocanın kemiklerini sızlatıyorsun. Şimdi bunlar en hafif cümleler ve bunlara takılıp kalan kadınlar olabilirdik. Belçim Bilgin'in de az önce söylediği gibi. İşte dahil olduğu cemaat, aile yapısı falan ama bunlara takılıp kalmamamız bizim şansımız. Neden; Çünkü bizi bu buralarda tutacak durumda değiliz. Bunu sağlayan ne, bir kere eğitimli olmak çok önemli. Farkındalığın olması çok önemli. Biz daha önce şöyle tanımlardık; çünkü literatürde değişiyor, kadınları güçlendirelim. Ee nasıl güçlendirelim. işte; çalışsınlar, eğitimli olsunlar, ekonomik özgürlüklerini elde etsinler. Bu bile, güçlendirelim dediğiniz zaman bile ikincilleştirme söz konusu. Kadın kendisi güçlenebilir. Yeter ki fırsat eşitliğini elde edebilsin. Bakın şimdi şöyle bir şey var ve ben bunu o kadar çok sık tekrar diyorum ki; ama bunu söylememiz gerekiyor; ayrıcalık ona sahip olanlar tarafından görünmez bir şey. Erkekler ayrıcalıklılar ve bu ayrıcalığın kökleri binlerce yıllık geçmişe dayanıyor. Bir güçleri var. Bunu biliyoruz. Ataerkil sistem bu gücün devamlılığını sağlıyor. Kimi zaman bu gücün devamlılığını aile ile sağlıyor. Kimi zaman cemaatlerle sağlıyor? Kimi zaman başka türlü sistemlerle sağlıyor. Totaliter yapıları önümüze koyuyor. Bunlarla sağlıyor. Bunu sağlamakla da yükümlü aslında bu sistem, devamlılığını koruyabilmek için. Sistem aslında korkuyor da kadının güçlenmesinden. Az önce örnekler verdi Belçim Bilgin; Yeni Zelanda dedi. Finlandiya'ya bakıyorsunuz. Kadınlar eşit temsil ediliyorlar ve ülkeleri yönetiyorlar, o ülkeleri yönetiyorlar. Erkek gücü paylaşmak ve kaybetmek istemiyor, bunu kabul edelim. Cinsiyet toplumsallaşırsa eğer, eşitlik ortaya çıkacak. O da ataerkil sistemi sonlandıracak. Çeşitliliği kabul ederseniz, eğer bakın bu çok önemli. Toplumsal cinsiyet eşitliğini kabul ederseniz, oradaki cinsiyete dayalı çeşitliliği de kabul edeceksiniz. O zaman lgbt plus bireylerin haklarını da tanımak zorundasınız. Yani cinsiyete dair çok katmanlı olmak, bir çeşitlilik söz konusu. Eğer siz kadın ve erkeğin toplumsal cinsiyet anlamındaki eşitliğini kabul ederseniz ,toplumdaki çeşitliliğe de dur diyemiyorsunuz. Yani ataerkil sistem kendi varlığını korumak için ideolojisini sürdürebilmek için buna sarılmak zorunda. Şimdi Belçim Bilgin az önce o kadar önemli bir şey söyledi ki; hep bilen erkekler var etrafımızda, bizi kuşatan, "kendimi sorguladım"dedi. Yani doğru mu yapıyorum, işte "hep sevgi ile uzlaşarak yaptım" dedi. Şimdi bundan başka bir şey yapamayız ki biz... Çatıştığımız zaman ölürüz çünkü. Başka türlü mücadele edemeyiz. Sevgi ile uzlaşarak. Çünkü bu da bir de kadına biçilmiş bir rol değil mi? Kadın şefkat gösteren, bakım veren, sosyal işleri olayları organize eden falan biri.  O yüzden uzlaşması da gerekiyor. Hemen damgalanırsınız yoksa. Başka türlü damgalanırsınız. Bakın ben bir şey söyleyeyim size, ne kadar kişisel yaşam üzerinden konuşmak doğru olur bilmiyorum. Ben bunu çok önemserim; 30 yıla yakın bir kamu üniversitesi'nde devlet üniversitesinde görev yaptım. Sonra bir özel üniversiteye geçtim, başka işler de yapıyorum. Ama şunu söyleyeyim size; yaşamımın hiçbir döneminde cinsiyetçilikle karşılaşmadığım bir zaman olmadı. Bunu kendi annemin beni yetiştirme biçimden tutun da, mesleğimi yaptığım her alanda, pek çok yöneticilik görevlerinde bulundum. Hiçbir zaman cinsiyetçiliğin olmadığı bir yerle karşılaşmadım. Hele bir de, bize bilgiçlik taslayan adamlar vardır. Çok da öneririm Rebecca Solnit' in bir kitabıdır. "Bana bilgiçlik taslayan adamlar", küresel olaylar üzerinden anlatır. Kadınların nasıl kendinden emin olamamalarını erkeklerin nasıl sağladıklarını dair. Hep bizi şüpheye sevk eden bir yaklaşımı vardır erkeklerin. Acaba biliyor muyum, acaba burada sesimi yükseltirsem yanlış değerlendirilebilir miyim? Ben bunu yanlış biliyor olabilir miyim acaba gibi bizi hep kendimizden şüpheye düşüren bir yaklaşımları vardır. Dolayısıyla bu bütün dünyada böyle. Bakın Meksika'da o kadınlar gidip adliyeyi yaktılarsa bir sebebi var. Biz O noktaya getirmemek lazım. Sabır bir yerde taşar, dolayısıyla ,

 

 BELÇİM BİLGİN; kadının içindeki şiddeti uyandırmamak mı hocam?  

 

ŞENGÜL HABLEMİTOĞLU; yo, yani kadının içinde şiddet her insanda olduğu kadar var. Ama bir cümle kurdu Belçim Bilgin az önce, " benim doğama uyan uzlaşmaktı" dedi. Yoo bu bize öğretildiği için biz uzlaşma yoluna gidiyoruz. Daha sevecen anlatma yoluna o yüzden gidiyoruz. Son yaşadıklarımızda bile, içinden geçtiğimiz süreçte bile bunu görebilirsiniz. 

 

ÇİGDEM ANAD ; biraz önce dediniz ki; benim bütün öğretilerim diye sayarken annemin öğretisi de diye saydınız.  Yani annemin öğretisi de bir erkeklik öğretisiydi demek istediniz. Öyle bir zihniyetti dediniz. Burada biliyorsunuz, tam da burada kadınlar suçlanıyor ve deniyor ki, " canım bu erkekleri de bu anneler yetiştiriyor, kadınlar yetiştiriyor, o zaman kadınlar erkekleri böyle yetiştirmesin. Burada da ihale kadına kalıyor.  

 

ŞENGÜL HABLEMİTOĞLU; Bunu ben büyük bir haksızlık olarak görüyorum çünkü burada şöyle bir şey var;  o zaman üreme ile üremedeki, hem üremedeki, hem çocukların yetiştirilmesindeki erkeğin rolünü görmezden geliyorsunuz ve bu işe hiç erkeği de karıştırıyorsunuz. Bu da kabul edilebilir bir şey değil. Çünkü bu bu çok önemli bunun altını biz burada özellikle sizinle çizelim. Biz kadınların üzerinden bu sorumluluğu almak zorundayız. Ama bunu tek başına kadın yapamaz. Dolayısıyla kadınların devleti burada erkeği de işin içine katacak şekilde zorlaması gerekiyor. Işte kadın hareketi Bunun için çok önemli. Bunu vurguluyor kadınlar .Yani bir araya geldiklerinde bunu talep edecekler. Talep etmeleri istenmiyor. Bunu bunu görelim yani. Bu sadece kadının sorumluluğu değil, erkeği baş tacı yapan, erkeği yücelten geleneksel yapıyı değiştirmek erkekle kadının birlikte yapabileceği bir şey ama buna ilişkin düzenlemeleri; bakım vermekle ilgili, ekonomiye katılmakla ilgili düzenlemeleri yapmadığımız sürece sadece çocuğu yetiştiren kadın olarak görülecek. Burada bir risk var. Onu da kabul etmek lazım. Şöyle bir yaklaşım da var. Ben bu, ya onları tenzih ederek söylüyorum. Türkiye'de "yanındayız" diye bir dernek kuruldu. Biliyorsunuz. 

 

ÇİGDEM ANAD; kadınlardan yana olan erkeklerin kurduğu bir dernek. 

 

ŞENGÜL HABLEMİTOĞLU; Evet. Orda da biraz şöyle bakıyorum. Ne olur bana, onlar bana kızmasınlar, şöyle bir şey var. "Tamam artık biz anladık bu meseleyi, Siz şimdi kenara çekilin, biz sizin için bunu çözeriz". O noktaya gitmez diye ümit ediyorum ,gitmesin diye ümit ediyorum çünkü çok da anlayamamış olabilirler. Dolayısıyla biraz anlatmadan önce, bize, bizi bize anlatmadan önce, bizi bize anlatmak anlamına geliyor, bize anlatmadan önce; Çünkü ben izliyorum neler söylendiğini, biraz daha fazla anladıktan sonra, buna yönelik çaba sarf etmek gerekiyor diye düşünüyor. 

 

ÇİGDEM ANAD ; Peki Belçim mutlaka senin çevrende kadın olup erkek zihniyetine sahip olan kadınlar vardır. Ama erkek olup kadın zihniyetini anlayabilen erkekler de vardır. Mutlaka vardır. Bu dayanışma yani kadın halinden anlayan veyahut kadının eşitlik talebini doğru anlayan,ayrılığa biyolojik ayrılık olarak veya eşitliğe biyolojik eşitlik olarak bakmayan ve eşitliğin ne olduğunu anlayan ve dayanışma içinde olan erkekler vardır diye tahmin ediyorum. Şahsen benim var az sayıda da olsa. Sanat çevresinde daha çok olması beklenir, sanatın özü gereği.  

 

BELÇİM BİLGİN; Garip bir şey. Bir kere sanattan bahsettiğimiz yerde, bir kere sanki hepimiz değişik bir farkındalığa geldiğimiz bir süreçteyiz. Feminizmin de  artık en son dalgasında içimizdeki hem feminen tarafı, hem maskülen tarafı  onurlandırarak kabul ettiğimiz bir yerdeyiz. İlginç bir şekilde söylediğin; Evet sanatçıların içinde böyle bakan daha fazla sayıda insan olması beklenmesine rağmen, galiba egonun varlığıyla onu da.... Çünkü belki erkek kimliği olarak değil ama yine de oradan alınan bir erk ve onun sağladığı bir güç olarak elden bırakılmayan özellikle mesela setlerdeki durumlardan bahsedebilirim. Bu anlamda, dizi setlerinde ciddi bir erkek oyuncu ile bir kadın oyuncunun hala aldıkları ücretin eşit olmadığı, taleplerinin eşit şekilde yerine getirilmediğinden bahsedebiliriz maalesef. Dolayısıyla orada da ciddi ikiyüzlülük var. Çünkü kendimize de, bence derin ve doğru anlamda bakmayı bilmediğimiz için sanatçı da olsan, oradaki bazı şeyler aşamıyorsun. Zihnindeki bazı yerleşmiş ve öğretilmiş bilgileri aşamıyorsun. Onun üstünden bakamıyorsun veya bakmak işine gelmiyor. Yok, çünkü bir sanatçıdan bahsederken aslında seçenekleri için de, o renk skalasında bunu tercih etmemesi ihtimalinin olduğunu biliyoruz. Maalesef orada da işlerine geldiği için bunu görmemezlikten gelebiliyorlar. Yani hiçbir oyuncu görmedim ki ben, "Ben bu parayı kabul edemem, benim yanımdaki oyuncu benim yarım kadar alıyor" desin. Yani böyle bir şeyle, algıyla idare etsin, aslında lokomotifi oluyor en yüksek alan ama görmemeyi tercih etmek gibi bir algı var. Tabii dizi setleri bu anlamda birazcık daha sanatı değil, yani birazcık daha popüler kültürü ve birazcık daha tüketime yönelik bir yeriyle sanatla buluşan bir alanı bence ama Türkiye'de de en çok dizi sektörleri üzerinden anlatılan hikayeler göz önünde bulundurulursa, o hikayelerde kadınların prototipleştiren, kadınları hep mazlum, aldatılan bir algıya dönüştüren bir çerçeve sunulduğu gözönünde bulundurulursa, orada durum orada durum da karanlık açıkçası. Yani sanki açıkçası benim en son yaşadığım dizi setinde ilk başta idealist bir doktor olarak başladığım rolde, bir ekonomik özgürlüğü olan idealist bir doktor kadını oynadığım için ben o rolü kabul ettim. 

 

ÇİGDEM ANAD; Hangi dizi? 

 

BELÇİM BİLGİN; " Kördüğüm" aşık oluyordu bu kadın evli olduğu halde. Birkaç bölüm sonra bir kadın asla kocası onu aldatmadan, sağlam bir gerekçesi olmadan aldatamaz kocasını dediler. Ve bütün bir hikayeyi neredeyse kadının aşkı için, idealizmine, bütün hayatındaki değerlerinden ödün vererek, bir küçük dadıya dönüştüğü, sıkıştığı bir yere biçimleyip, koydular. O noktada yalvardım yapımcılara, dedim ki; "Ben acı çekiyorum, ya ben kendime duyduğum saygıyla çelişiyorum şu anda,beni bu diziden çıkartın." Sonra işte diziden çıkarmak için onları ikna edebildim. Maalesef, çünkü biz de bunun bir parçası oluyoruz. Biz böyle görmesek de, bunun karşısında durmaya çalışsak da, aslında ülkenin bütün bir kültür algısının, bütün bir gelecek algısının sorumluluğunda, bilincinde bir şeyler yaratan o kadar az insan var ki, o kadar az senarist var ki, dolayısıyla ona alet de oluyoruz Çigdem. Bunu itiraf etmeliyim. Ben oldum. Bir kaç bölüm oldum. Benim kabul ettirip,diziden çıkmam, 20 bölüm aldı. Çıktım sonunda ama yani sonuçta insanlara geceleri izleyen, bu bir örnek, bir sürü oyuncu arkadaşım var. Eminim, aynı şekilde şeyler yaşayan. Bir prototipe seni sığdırmaya çalışıyorlar ve aslında bir algı yönetiminde senin de bir rolün oluyor karşı tarafta dururken ve orası işte insanın ruhuna çok acı veren bir şey. Orası aslında insanın şeyle de çeliştiren bir şey. Bu oyunculuk ne ki? Ben tüketilen bir şeyin bir parçası olmak istemiyorum, yeni bir şey söylemiyorsam. Beni izleyen insanlara, kadınlara özellikle ihtiyacı oldukları için, bir umut ışığı bir güç vermiyorsam. Neden bahsediyoruz? Gideyim bir yerde, bir restoranda çalışayım. Paraysa kazanılan, ordan da kazanacağım. Sen işe ulvi olarak yaklaşacağın  katmanları ortadan kaldıran bir sistem var. O kadar güzel işliyor ki çark sen bile kendini bir anda onun bir aracı olarak bulabiliyorsun maalesef. 

 

ÇİGDEM ANAD; Şimdi bu çok önemli. Neden ? çünkü, Türk toplumunu diziler çok besliyor. Türkiye'nin kültürel hayatının biçimlenmesinde dizilerin çok önemli bir rolü var. Belki sinema seyircisi daha az ama diziler herkesin her gece evinde olan ve kendilerini özdeşleştirdikleri o kadın ile, bu erkek tipi ile özdeşleştirdikleri ,yaşadıkları canlı mekanizmalar nerdeyse. Şimdi burada senin gibi kadın oyuncuların aynı duyarlılığı göstermesini bekleriz aslında. Bu tip rollere itiraz etmelerini bekleriz.  Kadını böyle bir rolde biçimlendirme demelerini bekleriz ya da şiddeti onaylayan, şiddet olabilir ama şiddeti eleştirmeyip, şiddeti onaylayan sahnelere karşı çıkmalarını bekleriz. Kadınlar, sanatçı kadınlar bu dayanışmayı kendi içlerinde neden gösteremiyorlar?

 

BELÇİM BİLGİN; galiba bu en son 2006 " ME TOO"  rüzgarı ile birlikte, bir de oyuncuların içinden çıkınca, bu kadın hareketi rüzgarı, burda da kadınlar başka türlü kenetlenmeleri gerektiğine uyandılar bu anlamda ama oradaki birlikteliği göstermek bazı fedakarlıklar etmeyi de gerektiriyor. Onu göğüslemeye hazır olmamakla ilgili olabilir. Herkesin kendi hikâyesinde, onu fark etmiyor bile olabilir. Bir yandan da dizi setleri dediğimiz şey aslında bayağı köle gibi çalıştığın, haftada bir günün bile olmadığı setler ya, belki de o insanlarda, o kadınlarda evlerine gidip bir yandan da yine toplumun onlara biçtiği, onlardan beklenen şeyleri yapıyorlar,hayatın içinde kayboluyorlar. Buna uyanmak, bunun farkında olmayı gerektiriyor bunu uyanabilmek için. Başına, önüne geldiği an. Öyle bir uyuşma hali olabilir ama biraz daha umutluyum o anlamda. Bu me too ile gelen rüzgar artık kadınların kendilerine karşı daha acımasız eleştirdikleri, o duruma karşı uyanık olma hallerini geliştirdikleri bir refleks de geliştirdi. Yani eskiden hikayemizde böyle bir taciz olayı yaşansa sanki biz sanki tacizden sorumluymuşuz gibi utanıp, üstünü kapatmaya çalışırken, bunu bir yaramaz gibi görmeye çalışırken, şimdi çağ hikayelerimize hiç olmadığı kadar sahip çıkmayı gerektiriyor. O biricik hikayeni paylaştığın zaman karşındaki bir sürü insana ilham verme alanın var çünkü, işte bütün bu tek talk larla, bir şeylerle. Dolayısıyla birazcık daha mutluyum ama bende algılayamıyorum. Hocam neden sizce böyle bir birlik durumu gösteremiyoruz. Belki de güvensizlik de var. 

 

ÇİGDEM ANAD; Yalnız , Şengül hocaya ben sözü vermeden şunu sorayım. Tamam. Amerika'da " me too" hareketinde birçok kadın çıktı ve "ben tacize uğradım" dedi. "Tecavüze uğradım" dedi ve yapımcı Weinstein'ı mahkum ettirdi. Fakat şimdi burada ,Türkiye'de bir " me too" hareketi başlasa, önce bir kadınlar konuşur mu? Evet "ben de tacize uğradım, evet ben de tecavüze uğradım" derler mi? Kaçı der, çekinirler mi, susarlar mı, ne kadar söylerler?

 

BELÇİM BİLGİN; bir şey söyleyebilir miyim bu konuda, çok enteresan bir şey özür diliyorum. Biz bunu çok geniş oturumlarda hep açtığımız bir konu, çocukken uğradığımız tacizler, bunu konuşmakla ilgili şey. Hiçbir an yok ki, orada 10 kişiden kesinlikle dokuzu kesinlikle bu tacize çocukken bu ülkede uğramış oluyor. Bir haliyle , sözsel olabilir, fiziksel olabilir bir şekliyle. Sana kendini hiçleştiren, sana kendini yabancılaştıran bir taciz durumu ile karşılaşmışız. Eğer  biz bir başlarsak, o kadar çok var ki o kadar çok var ki.... ama yine toplumun bizi yargılamasından korktuğumuz için buna sahip çıkamıyoruz. Daha henüz orada değiliz galiba.

 

ÇİGDEM ANAD; Çünkü toplumun sizi yargılamasından, sizi suçlamasından, sizi mahkum etmesinden yalnız kalmaktan ve mutlaka "onda da bir sıkıntı vardır canım , boşuna tacize uğramamıştır, boşuna tecavüze uğramamıştır, boşuna istismara uğramamıştır, O da hak etmiştir" diye sizi suçlamasından çekinirsiniz.

 

BELÇİM BİLGİN; kesinlikle. 

ÇİGDEM ANAD; Tam burada Şengül Hocaya sormak istiyorum. Yani bu sanatçı kesim için de, diğer bir kesimler için de geçerli. Kadınların konuşması, tacizde, tecavüzde, istismarda daha zor oluyor. 

 

SENGÜL HABLEMİTOĞLU; Mümkün olmuyor bile. 

 

ÇİGDEM ANAD; mümkün olmuyor bile... Neden bu kadar korkuyorlar? 

 

ŞENGÜL HABLEMİTOĞLU; Bir kere sosyal olarak tam olarak söyledi Belçim Bilgin. Bir de tacizin içeriğini bilmemekten kaynaklanıyor. Tacize dair farkındalık  olmamasından kaynaklanıyor. Aynı zamanda inkar da bizim yaşama devam etmemizi de kolaylaştıran bilen bir mekanizma. İnsanın en ilkel telafi mekanizması inkar ve yaşama devam etmemizi de kolaylaştırıyor inkar ettiğimizde ve aynı zamanda kadın bedeni politik bir şey aynı zamanda. Her yaş grubuna özgün politik bir şey kadın bedeni. Bebeklikten başlayarak hatta kadına şöyle kadına uyguladığınız her taciz, her tecavüzün gerçekleştiği yerde güç göstermiş oluyorsunuz, tahakküm ilişkisini yaşamın her alanına yaymış oluyorsunuz. Bu çok önemli, bakın politik olmasının nedeni bu. Dolayısıyla, biz aslında erkeğin üstünlüğüne inanan kadınlar isteyen bu muhafazakar yapının iktidarların sadece bizdekinden söz etmiyorum, devamlılığını kadın bedeni üzerinden sağlıyorsunuz. O kadar girift meseleler ki, her yerde bunu yapabilirsiniz. Et tüketiminden tutun, bakın et yiyen biri olmaktan tutun, etin çok fazla tüketilmesinden tutun da, tacizlere kadar her anlamda yaşamın her yanı politik çünkü. Şimdi biz kadın üzerinden Konuşuyoruz. Şöyle bir şey var, son yıllarda, son 20 yılda kadınların annelik eş rolleri çerçevesinde, ailenin evin sınırları içinde bakım veren itaatkar rolünü benimseyen bir yapı var. Bu yapıyı siz televizyon dizileri ile de sürdürmelisiniz, televizyon dizilerindeki rol modellerle sürdürmelisiniz. Onlar gerçek yaşamlarında ne yaşıyorlarsa yaşasınlar, bunu toplumun önüne çıktıklarında, bu sistemin sürmesi şeklinde deklare edeceklerdir. Bu ideolojidir. Şimdi bunun altını çizelim. Bu basit bir şey değil yani, bunun sürdürülmesi lazım ve buna uygun bir siyaset, bu siyasetin de bir politikası var. Bu üretildi yıllardır Türkiye'de. Ne yapıldı? Sadece sosyoekonomik düzeyler arasında büyük farklar var bu açıdan. Sadece dizi sektörü gibi bakmayalım buna. Kadınlar bakım verdikleri engelli, yaşlı, ihtiyaç sahibi bireyler için, ailede ücret ödenen bireylere dönüştürüldüler. Bakın, düşük sosyoekonomik düzeyde de bu yapıldı. Dolayısıyla bu ücretlerin devamlılığı için kadınlar güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kaldılar. Kadın emeği, işgücü piyasasında tamamen cinsiyetçi bir bölünmüşlükle esaret altına alındı. Bu bir nevi kölelik. Belçim Bilgin'in söylediği dizi film sektöründe de bir kölelik, düşük sosyoekonomik düzeyde, nitelikli olmayan iş gücüne katılmak zorunda kalan açısından da bir nevi kölelik düzeni. Ve kadınlar bakın, bu düzeni sürdürmek istemediklerin de, düşük sosyoekonomik düzeyde çocuklarının elinden alınmaları ile tehdit ediliyorlar. Canları ile öldürülmekle tehdit ediliyorlar. Öbür tarafta da, başlarına gelen herhangi bir şeyi paylaştıklarında rezil olmakla tehdit ediliyorlar. Arkasında duracak kimseyi bulamamaktan korkuyor kadınlarlar. Bu politikadır, dolayısıyla kadının bugün yaşadığı her eşitsizlik ve her olumsuzluk bir politikadır, bir siyasettir, bunu görmek ve kabul etmek zorundayız. Bunu güçlendirecek de bir takım girişimleri var iktidarların. Biz de şöyle yürüyor; 6284 sayılı yasayı yürürlükten kaldıralım, İstanbul sözleşmesini fesh edelim. Çünkü bütün bunlar boşanmaları arttırdı deniyor. Bunu tehlikeli olarak tanımlayan, meclis kürsülerinden, medya kanallarından, televizyon dizilerinden, çeşitli yapılardan bunu tekrarlayan, bu söylemleri sürekli önümüze koyan yerler var.  Dolayısıyla şöyle bir şey çıkıyor karşınıza;  kadın yaşamına yönelik bir nefret söylemi var. Yazık ki böyle. Kadının her özgürleşmek için bulunduğu girişim büyük bir nefretle de karşılanıyor aynı zamanda. Yani çok ileri bir ifade olarak algılamayın ne olur; kadını şeytanlaştıran bir yapı ile karşı karşıyayız. Ben çok rahatsızım bundan, hem bir akademisyen olarak, genç yetiştiren biri olarak gençleri yetiştiren, onların bilgilenmesine katkıda bulunan biri olarak son derece rahatsızım. Burada biz eşitliği bu şekilde reddederek, Belçim Bilgin'in anlattığı o sektörde, düşük sosyoekonomik düzeyde benim söylediğim bütün bunları sürdürerek, aslında literatür bize şunu söylüyor; Ataerkil sistem kendi sembolik şiddetini yaratıyor. Buna sembolik şiddet diyoruz. Çünkü bütün bu yaşadıklarımıza. Bu şiddeti yaratıyor. Vardığını bu şekilde sürdürüyor ve bugün içinden çıkamadığımız kadın cinayetleri sorununun da sürmesi için uygun zemini, artması için uygun zemini ve mekanizmaları kendi eliyle üretiyor. Tabii ki öldürmek bir sembolik şiddet değil, böyle tanımlayamayız ama şöyle bir şey oluyor. Ucunda ölüm öldürme olan bir şiddetin taşlarını döşüyor. Bu çok tehlikeli . Bunu güdüleyen, bunu meşrulaştıran doğallaştıran, kadının güçsüzlüğünden ve kadının kendi suçluluğundan kaynaklanan bir yapıyı yaratıyor. Eğer öldürülmüş ise kadın, eğer başına taciz tecavüz gelmişse bundan kendisi sorumludur ve suçludur diyen bir ortam var. Bunu meşrulaştıran bir yapı var. Bu da politika ne yazık ki... 

 

ÇİGDEM ANAD ; şimdi kadınlardan öte çocuklar da bu durumda. Tacize tecavüze uğrayan çocuklar hiç seslerini çıkaramıyorlar ve genellikle de bu olaylar örtülüyor ,çok yakın çevresinden geliyor.

 

ŞENGÜL HABLEMİTOĞLU; ve çok kötü bir şey sözünüzü kesiyorum ama, bu örtpas edildikçe ve  paylaşılmadıkça kadın üzerinden yaratılan bu anlam toplumu, öyle yürüyor çünkü, cinsiyet tahakkümü daha da güçleniyor. Çok basit bir örnek vereceğim, izin verir misiniz bilmiyorum. Ceren Özdemir kapısının önünde öldürüldü. Gerekçe şu; "ona sahip olamayacağımı biliyordum, o yüzden öldürdüm" dedi, onu öldüren ve hapisten kaçmış biriydi. Arkasından şöyle yayınlar yapıldı: Ahlaki değerlere uymayan, aile kontrolüne uymayan, ailenin denetimine uymayan da bir genç kızdı diyen kesimler oldu. Bakın bu politikadır. Her öldürülen kadını, öldürülmeyi hak eden değersiz kadınlar olarak yansıttığınız da tahakkümü güçlendirmiş oluyorsunuz.  "Uysal ,itaatkar,saygın olmayan kadınlar tecavüze tacize uğrarlar, hatta öldürülürler. Bu politika işte.

 

BELÇİM BİLGİN; Hatta bir de tacizi yapan kişiyle evlendirilerek de, korkunç bir hayata mahkum edilirler, yani yaşama şansları ellerinden alınır. 

 

ŞENGÜL HABLEMİTOĞLU; kadının hareket kabiliyetini, güçlenmesini yok edersiniz böylece. 

 

 ŞENGÜL HABLEMİTOĞLU;Hocam ben özellikle çocuklar üzerinde de durmak istiyorum. Çünkü kadınlar bir şekilde seslerini duyuruyorlar.En azından kadınlar yetişkin kadınlar bir şekilde mecralarını bulabiliyorlar. Fakat çocuklar çok çaresizlerler. Çocuklar için ayrı bir çalışma, çalışma hiç yapılmıyor demiyorum ama çocuklar için özel çalışmaların yapılması gerekiyor. Çocuk hakları ile ilgili bir bakanlık yok ,çocuk haklarıyla uğraşan özel birimler yok. Dolayısıyla bu çocuklar yarının yetişkinleri, bırakın yarının yetişkinleri olmayı, yaralı yetişkinleri olacaklar. Çocukluk dönemleri boyunca bir şiddete maruz kalmış oluyorlar , ben bunu işkence diye nitelendiriyorum. Çünkü tam bir çaresizlik.

 

ŞENGÜL HABLEMİTOĞLU; Sivil işkence, tam bir sivil işkence .

 

ÇİGDEM ANAD; Bu konuda çok daha yoğun çalışma gerekiyor Türkiye'de. Kadın haklarına ilişkin çok sayıda Sivil Toplum Örgütü var, büyük bir dayanışmavar. Gerçekten son yıllarda hiç olmadığı kadar çok farklı kesimden kadınlar bir araya geliyorlar ortak hakları için. Fakat  çocuklar için de eş zamanlı çalışmanın gerçekten sürdürülmesi gerekiyor. Burdan şuna geçeceğim; kendisini feminist olarak nitelendiren kadınlar son yıllarda çok artmaya başladı örtülü olsun örtüsüz olsun. Tabii bu son derece olumlu. Fakat feminizmden bütün kadınların aynı şeyi anladığını söyleyebilir miyiz? 

 

ŞENGÜL HABLEMİTOĞLU;  Orada da bir çeşitlilik söz konusu. Çünkü feminizmi yine düşmanlaştıran bir yapı da var. Onu da kabul edelim. Feminizin damgalanmış bir şey. Oysa feminizm kadın haklarından yana olmak ve kadın haklarını savunmaktan başka bir şey değil. Evet bir ideoloji, onu onu kabul edelim ama kadından yana, çünkü mağdur olan taraftan yana bir ideoloji bunu kabul ederim ama onu da belirli bir kalıbın içine sokan bir taraf var. İşte feminist ise çirkindir, feminist ise huysuzdur, damgalamanız çok kolay. Oysa feminist olmak için kadın olmaya ihtiyacımız yok çünkü feminizm bir düşünce yapısı, insan hakları ve sosyal adalete dayanan bir düşünce yapısı. Biraz önce söylediniz; Biz eğer kadın haklarına dair yol alırsak çocuk haklarına dair de yol alacağız. Eğer kadın haklarına dair yol alırsak hayvan haklarına dair de yol alacağız. Bunların birbiriyle ilintili olduğunu anlatan bir ideoloji feminizm, düşünce sistemi, bunun altını çizelim. Dolayısı ile bunu yapmayan toplumlarında bir çıkış yolu yok. Bakın dünyada her dakika tecavüze uğrayan kadınların yaşadığı ülkeler var. Bunların başında Hindistan geliyor değil mi, sokaklarda kadınlar tecavüze uğruyorlar ve üstelik tecavüze uğradıkları için cezalandırılıyorlar ve yakılarak öldürülüyorlar. Şimdi Bütün bunlar bize,biz şu kadar iyi noktadayız, ya da şöyle iyiyiz deme şansı vermemeli. Bize şunu söylemeli; daha ne yapabiliriz? Çok şey var yapmamız gereken. Elimizde güçlü dayanaklarımız var. Yasamız var; altına imza koyduğumuz, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi sözleşmesi ve İstanbul sözleşmesi var. Bakın inanın, bunlar bizim iç hukukumuzda uygulanabilecek sözleşmeler. Sadece bunlar uygulansa yol almamız çok kolay ama bunları uygulamak da ciddi sorunlarla karşılaşıyoruz. Türkiye'nin çocuk koruma sistemi var. Bu sistemi harekete geçiremiyoruz. O yüzden bütün bu yaşadıklarımız ama bunu yapabilmemiz için de zihniyetin değişmesi gerekiyor. Ve bu iş öyle madem gönül rızasıyla olmayacak, o zaman güçlü bir toplumsal kadın hareketi ile gerçekleşmekten başka bir yol göreyim ben açıkçası.

 

ÇİGDEM ANAD;  Güçlü bir kadın hareketini her yıl daha da güçlü görüyoruz. Bu 8 Mart'ta da yine gördük ve her kesimden kadınlar bir araya geldiler, ve orada yine benim çok beğendiğim bir pankart:" gelsin baba, gelsin koca, gelsin devlet, gelsin job, inadına isyan, inadına özgürlük" diyor. Belçim Bilgin böyle diyor bu pankart. Sen her zaman barış yoluyla, sevgi ile ben bütün sorunların üstesinden gelmeye çalıştım diyorsun.Tabii ki hepimiz böyle istiyoruz. Fakat bu pankart sana ne söylüyor ?

 

BELÇİM BİLGİN; Diyor ki inadına yaşamak. gelsin. Her şeye rağmen, siz bana ne kadar engel koyarsanız koyun, ben kendi yaşama hakkımı, varolma hakkımı size   teslim etmeyeceğim. Aslında çok ciddi , ciddi bir başkaldırı bu anlamda. Artık  daha da cesurlar, yani artık yeni Belçimler belki onlar sevgi ile çözmeye çalışmayacak.Benim ailemde de; ilk başka bir şey yapacağım, kuralları biraz, bu gerçekliği birazcık bükmek istiyorum, kuralları biraz yıkmak istiyorum diyen biriydim. Benim o yüzden oradan gitmem gerekiyordu ama belli ki yeni jenerasyon kabul etmeyecek ve inadına yaşam diyecek ve sen benden onu alamazsın diyecek. 

 

ÇİGDEM ANAD; Biraz önce Şengül hablemitoğlu da söyledi. " susmayacağım anne" yani gençler siz ne derseniz deyin; "biz daha bilinçliyiz, daha direngeniz  daha isyankarız, daha mücadeleciyiz" bunu mu söylüyorlar genç kadınlar?

 

ŞENGÜL HABLEMİTOĞLU; Ben genç kadınların bu döngüdeki kırılma noktaları olduğuna inanıyorum, hem de güveniyorum. Şunu özellikle söyleyelim; bu slogan çok önemli,  "gelsin baba , gelsin koca, gelsin devlet, gelsin cop, inadına isyan, inadına özgürlük". Aslında şunu söylüyor kadınlar; "karşımızda kim olursa olsun direnmek üzere bu hareketin içindeyiz" diyorlar. Yani başta söyledik sizinle; aile, din, devlet, bu para üçgeninde biz böyle bir yaşam istemiyoruz, bu üçgenin bize dayattığı gücü istemiyoruz ve biz direneceğiz diyor kadınlar. Bu çok analamlı.Yani bunca öldürülen kadına rağmen, bunca şiddete maruz kalan, kadın olma kimliği ile varolması engellenen kadınların yaşamına dair artık hiçbir şey gizli kalmıyor. En başta Belçim Bilgin söyledi. İyi ki teknoloji var. Vazgeçilmez bir şey bunu kabul edelim. Sosyal medyanın bir gücü var, artık ortaya çıkmayan hiçbir şey yok neredeyse, çekinceleri olsa da insanların. Buna rağmen kadınları birleştiren de bir olanak yarattı teknoloji. Bunu kabul edelim. Dolayısıyla  kadınlar bize dayatılan bir yaşamı, bize dayatılan kimlikleri değil, kendi yolumuzu kendi çizeceğimiz bir yaşamda var olmak istiyoruz diyorlar. Bu sesleri duymayan yok bence , muhafazakar yapı da duyuyor bu sesleri. 

 

ÇİGDEM ANAD; Duyuyor, eylemlere müdahale biçimlerinden de anlıyorsunuz. Rahatsız oluyorlar bu eylemlerden.Belki de korkuyorlar, çekiniyorlar. Peki kadınların bu şekilde daha güçlü bir şekilde yan yana gelebilmesi özellikle son yıllarda. Bunun motivasyonu ne oldu? 

 

ŞENGÜL HABLEMİTOĞLU; Bunun motivasyonu sanıyorum, sadece kadınların zarar görmediğini gözlemledi kadınlar. Hayatları elinden alındı çünkü. Bir insanın hayatını elinden almak onu aslında ne yapacağı belli olmayan bir saatli bombaya da dönüştürebilir. Hayat çok kıymetli bir şey ve kadınlar kendi hayatları ellerinden alındığında, çocuklarının da hayatının olmayacağını gözlemlediler sanıyorum. Bu önemli bir motivasyon. Buna bir dur demek gerektiğini o zaman daha iyi farkettiler. 

 

ÇİGDEM ANAD; Sence Belçim, en büyük motivasyon ne oldu? 

 

BELÇİM BİLGİN; Artık değişimin önlenemez olduğunu idrak etmekte oldu. İşte demin hocamın da bir kez daha bahsettiği artık dünya ile entegre bir yerde dururken, bunu gözardı etmek olmazdı. Yani artık o rüzgarın etkisinde özellikle  kentlerde yaşayan kadınlar korkusuzluklarını dile  getirdiler. Yani, o pankartta da en çok,en büyük vurgu, aslında da bir yandan; korkusuzuz artık, bizim kıstırdınız, bizi susturdunuz, bize her şey yaptınız ama biz artık sizi dinlemeyeceğiz. Anne seni dinlemeyeceğim, sen yaptın, sen uydun ama ben onu yapmayacağım, senden devraldığım, bu bütün geleneksel ve töresel bütün normları ret ediyorum. Ben varım diyen bir tavır ve artık birlik oldular, artık internet aleminde birbirlerini duyurubilecekleri ve örgütlenebilecekleri, dünyanın her yerindeki kadınların varlığına uyandılar. Yalnız olmadıklarını anladılar. Yani açıkçası; bu anlamda da internetin etkisinin çok güçlü olduğunu düşünüyorum. İnsanları biraraya getiren bir portal olabildiği için, bir sürü bilgiye erişimimizi kolaylaştırdığı için gibi.

 

ÇİGDEM ANAD;  ben çok teşekkür ediyorum bu dayanışmanız için. Birbirinden farklı kimlikte 3 kadın biraraya geldik ve çok güzel bir söyleşi oldu. Pankartın söylediğiyle bitirelim diyorum. " gelsin baba, gelsin koca, gelsin devlet, gelsin job, inadına isyan, inadına özgürlük. 

  • YouTube
  • Instagram
  • Twitter
  • Facebook
bottom of page