“Okul benim en çok sevdiğim şeydi ve ona dört elle sarılmıştım.”
“Çok kalabalık bir evdi, babam sürekli eve misafir getirirdi. Yalnız olduğumuzda yoksul, misafir geldiğinde ziyafetler, böyleydi.”
“Kadınlara yüklenen rollerden dolayı ben birçok şeyi ertelemişim diyorum. Örneğin sevgi, sevgili olayı, ailede suç gibi görünürdü. En azından birini sevdiğimi söylemekten çekinmezdim.”
“Her şey erkekler üzerine kurulu, bizimle ilgili bir gelecek kaygıları yok. Ne de olsa evlenecek, kocaya gidecek.”
“Arkadaş anlamında çok şanslıyım ben aslında.”
“Çünkü buranın her toprağında bir anım var çocukluğum var.”
Fotoğraflar
Görüşme Notu
1982 yılında Diyarbakır’ın bir köyünde doğmuş. Yedi kardeşler, hepsinin nüfusunda birinci ayın birinci günü yazıyor. Duyduklarına göre aslında ekim ayı içinde doğmuş. Diyarbakır’da büyümüş ama yazları hep köye giderlermiş. Köydeki dedesini çok sevdiği için çocukken iki kışı köyde geçirmiş ama annesini babasını çok özlemiş.
Çocukluk bol oyunlu ve güzel geçmiş. Çamurla oynamayı, çamurdan evler, heykeller yapmayı çok severmiş ama tabi üstü başı kir pas içinde olurmuş. Babası buna hep kızdığı için de babasının kendisini sevmediğini düşünürmüş. Pandemi günlerinde anne ve babasıyla vakit geçirince onlara “siz aslında iyi insanlarmışsınız” diyor, gülüyoruz.
Evleri hep kalabalıkmış taziyeler misafirlikler hep dolu. Baba eve sürekli birlerini davet edermiş.
Okulu çok seviyor ve çok başarılı. Üniversite ve iş hayatı da hep başarılı.
Geleneksel aile yapısı içinde kızlarla oğlanların ayrı tutulması, kızların geleceğinin, ne yaptığının ettiğinin aslında bir önemi olmaması ama oğlanların geleceklerinin bütün ailenin ana kaygısı olması ve hatta kızların da erkek kardeşlerinin geleceği için çabalaması gerektiği bunun adaletsizliği üzerinde çok durdu. Bu da aslında, sadece Diyarbakır’da değil Türkiye’nin pek çok yerinde mülkiyet hakları, miras meselesi ve uygulamadaki gerçekliklerle ilgili yaygın ve önemli bir problem.
Anahtar Kelime / Tag / Index
Bu görüşmeyi referans vermek için DOI