top of page

“Bu hamur öğrendiklerinle yürümüyor. Bu hamur senin çocukluğunda geliştirdiğin güçlerle oluyor.”

“Kafamın çekmeceleri çok karışık”

“Hiçbir farklılığa tahammülü olmayan bir toplumda yaşıyorsun. Sinsi, gündelik hayata sızdığında görüyorsun”

“BİZZZ, sessizce regl olduk.”

“Sihir gibi bir şeydi "***" abinin kitap ve kırtasiye dükkânı.”

“12 Eylül’ü önce televizyondan öğrendik ama işkenceleri falan bilmiyorduk.”

“Lisede güzel olduğunu sanma dönemleri, hiç güzel olmadım ama önüme gelene aşık oldum.”

“Hevesli her şeyi yapmak isteyen ama çok korkak, tırmanan ama inemeyen”

“Küçük kasaba tanınan bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’a geliyorsun... İstanbul’da bir hiç”.. "kitaplara verdim kendimi. Önüme düşen her şeyi okuyordum yedi yirmi dört okuduğum her yeri yürüdüğüm şehrin şemasını çıkardığım bir dönemdi”

Ses Kaydı

00:00 / 01:04

Deşifre

Fotoğraflar

Görüşme Notu

1969 Aralık sonunda, Trakya’da bir kasabada dünyaya geliyor. Eski Yugoslavya göçmeni bir ailenin üç kızının en büyüğü. Kalabalık bir aile topluluğu ve sıkı mahalle ilişkileriyle, bol çocuklu, kuzenli, neşeli bir çocukluk. Fizyoterapist. 

Anlatısı coşkulu, neşeli, komik. Kendiyle dalga geçebilen, hüznünü gülerek, kahkaha ile anlatan birisi. Onu saatlerce dinleyebilirsiniz. Bir stand up’çı gibi malzemesi bol, hikâyelerin dans ettiği bir anlatı.

Anlatısı önemli bir özellik olarak mekân duygusu taşıyor, anlattığı yerlerde sizin de dolanmanızı sağlıyor, anlatılarının görüntüsü de var sanki.

Konuşmamız, Koronavirüs’ü atlattığını düşündüğü günlerin hemen sonrasındaydı. Bol sigaralıydı. Online görüşmede karşılıklı epey tüttürdük.

Cesur, gözü pek, dayanıklı ve duygusal.

Çocukluğu çok neşeli bol oyunlu kalabalık ve sevgili geçmiş. Hayallerin, canlandırmaların, yarışmaların olduğu bol oyunlu bir çocukluk, bol kahkahalarla anlatıyor.

“Bir şeylerin kuyruklarına bol gittiğimi hatırlıyorum”. Sigara da bulunmuyor. Leblebi tozu almak için, karaborsa yaptığını bilmeden, karaborsa sigara satıyor.

Kendini, “hevesli, her şeyi yapmak isteyen ama çok korkak, tırmanan ama inemeyen” biri olarak tanımlıyor.

Kitapların tek tek etkilediği bir büyüme hikâyesi anlatıyor, sanki anlatıyı çocukluk ve gençlik yıllarındaki kitaplar taşıyıp götürüyor. “Sihir gibi bir şeydi “***” abinin kitap ve kırtasiye dükkânı,” diyor.

“Lisede güzel olduğunu sanma dönemleri, ama hiç güzel olmadım, ama önüme gelene aşık oldum.”

“12 Eylül’ü önce televizyondan öğrendik, ama işkenceleri falan bilmiyorduk. Halkevleri bize yakındı ama biz izole edilmiştik, ama içerden içerden solculara bir saygım vardı.” “En büyük değişim din hocasında oldu. Adam kâbus gibi bir şey oldu. Bu da birilerini, içimizde bir şeyleri tetikledi” “aynı şekilde milli savunma dersleri”.

Beni dinsiz yapan Bertrand Russell’dır diyor.

“Küçük kasaba, tanınan bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’a geliyorsun... İstanbul’da bir hiç. Kitaplara verdim kendimi. Önüme düşen her şeyi okuyordum, yedi yirmi dört okuduğum, her yeri yürüdüğüm, şehrin şemasını çıkardığım bir dönemdi”.

Bir Trakya kasabasında giyim ve kuşam çok daha rahatken, bugün hele İstanbul’un çok daha muhafazakâr bir yer olduğunu söylüyor.

“Çok aşığım, aşığız, üç yıl olmuş lisedeyiz düşün, beni yanağımdan öptü. Ben çok sinirlendim benim adımı çıkardın diye, o da iyi öpemedi diye sinirlendiğimi düşünmüş. Ve ben ciddi hamile kalabileceğimi düşündüm”

"Üniversite 3. Sınıfta ancak sosyalleştim. Ve o arada kadın olmuşum", diyor.

Hep denemeyle öğrenmek zorunda kaldığını söylüyor.

 “Benim tişörtlerimin değişmesi gibi, şimdi daha ağır koşullarda yaşanıyor, ülkenin geldiği durum düşünüldüğünde tam bir açmaz hem korunacaksın hem bildiğini yapacaksın”.

“Hiçbir farklılığa tahammülü olmayan bir toplumda yaşıyorsun. Sinsi, gündelik hayata sızdığında görüyorsun”

 

“Keşke, hani annem ya da babam da ikisi de o anlamda çok şeydiler. Hani böyle çok koruyucuydular hani çok anne çok baba idiler. Dışarıya bakan, bu kadar çok bakan biri, hani 'aman ne der’e o kadar çok, o kadar ağır yaşamış olmak istemezdim ki. Ben kendime bir tık daha fazla kadın olarak değer verebilir olurdum. Bu hamur öğrendiklerinle yürümüyor. Bu hamur senin çocukluğunda geliştirdiğin güçlerle oluyor. Ama üstünü kapata kapata gitmemeliydi. Yani hani ‘acıyı kenara at’la gitmemeliydi, ya doğumda bile hemşire gülmek durumunda kaldı özür dileyerek, yani o kadar üstünü kapatarak yürüdük ki, millet ben acı çekerken gülebiliyor”.

Görüşme Tül Akbal Süalp tarafından, 29.03.2020 tarihinde yapılmıştır.

  • YouTube
  • Instagram
  • Twitter
  • Facebook
bottom of page